ışıltıyı ve bir vakitler sahip olup da gün be gün yitirileni gösterdi bana yeniden. birşeylerin sonsuz olacağına dair olan inancımızı çocukluk yıllarımızda gömüp de üzerine toprak atmıştık hani... bundan şüphe edenin, aklından şüphe ederim ama bunun da bir anlamı olmaz korkarım ki.
biriniz, henüz şimdi birşeyler geveliyordu hani "lanet, bulaşıcı bir hastalıktır." diye... şaşırmamalı boynundaki madalyonuna, en afilli deli olarak onu seçiyorum bu akşam. biraz uykusu gelmiş olmalı esneyen hanginizse onun. sarılıp uyuyun derim bunda bir artlık sezersem korkularıma kefil bırakırım aklımı. ama yok...
şimdi lanetimin gölgesinde söylüyorum şarkımı "workin' all day..." ipimi koparmam an meselesi olsa da şimdilik şarkı devam ediyor "and the sun don't shine..." sieeaaah diyorum ki yan masamdan beni yadırgayan gözlerle bakıyor birisi. şimdi saklanma vaktiniz geldi ve görünmemeniz gerekli kimselere. birisi, perdenin aralık kalmış o tarafını kapatabilir mi? utandırmaktan korkarım, düşündürmekten korktuğum gibi ve heran kusacakmış gibi geçen birkaç günün mesulüyüm alt tarafı engellenemez, karşı konulamaz bir şekilde. ama en dahi olanınızı uyarın kendi aranızda ve dağları sırtlanmaktan vazgeçsin. bilirim ki ucundan tutmamı bile istemez, çakıllarına elimin değmesini dahi beklemez bilirim ama gene de mahçubiyeti taşımak, bir dağı taşımaktan çok daha zorlu...
sonra ertesi gün ne olur bilinmez ki muallak denemez ama dağın ucundan tutun ve benim kamburuma yakışır gibi geliyor şimdilik. bir yorgana yaz gelir ve güneş doğar ama beklenmez. bir de kar yağarsa tam da o sırada zihnime üzerime korkarım kanatlarımın altındakileri üşütmekten...
susun şimdi şarkıya devam etme vakti "one sunny day, i'll get back again..." ve hatta "somehow, someway; but i don't know when".
tanım da girsin tam bu vaktinde şarkının: kendi varoluşlarının tanımsızlığını tanımlamaya çalışanlardır.