türkiye'nin kaliteli müzisyenlere sahip olduğu bir gerçektir. fazıl say, mfö, bülent ortaçgil, vesaire; kalitesi ülke sınırlarını aşmış veya rahatlıkla aşabilecek konumda pek çok müzisyene sahip bir ülke olmaktayız. ama bu müzisyenleri ve onların müziklerini, kimi zaman ayrı bir kenara almak ve farklı bir plâtformda değerlendirmek gerekiyor. zirâ çabuk tüketilmesi mümkün olmayan müzikâl standartlara sahip olmaları, bu alandaki talebe hitâp etmekte zorlanmakta ve genç neslin "oturmaya çabalayan" müzik anlayışıyla lüzumsuz bir karşılaştırmaya girmelerine vesile olmaktadır.
genç nesil, -yaşla da ilintili olarak- belli bir müddet boyunca "çabuk tüketilen pop şarkı" ve "popstar" gibi iki kavrama ihtiyaç duymaktadır. bir zamanlar tarkan'ın en geniş sınırlarla hitap ettiği bu kitlede şu an için serdar ortaç, gülben ergen, demet akalın, murat boz gibi vizyonu zayıf isimler yer almaktadır.
yanısıra bu isimler, müzikâl anlamda da pop müzikte iyi gelişmelere yol açmamaktadır. piyasada "ben pop şarkısıyım ve iyi satarım," diye gezinen tüm şarkıların başında aynı sorun yer almaktadır; tekno ritm ve sound'un üzerine türk motifi ekmek için kullanılan darbuka ve kimi yaylı kullanma sorunu... artık boku çıkan bu duruma son olarak, nu-metal gruplarının türk alternatifi olarak piyasaya sürülen manga'nın eurovision şarkısı da kurban edilmiştir.
neticelendirmek gerekirse; hande yener'in elektronik müzikteki açığı -hem de tek başına- başarıyla kapatabildiğini biliyoruz. birilerinin de gelip pop müzikteki açığı kapatması lâzım. pin up, bu noktada sahip çıkılması gereken bir grup gibi gelmektedir bana... kaliteleri zamanla oturur veya oturmaz; bu dinleyicinin sorunu değildir. dinleyici, çabuk tüketilen müzik sektöründe acımasızdır ve yeni bir isim keşfettiğinde eskisini terk etmekten zerre çekinmez. şu an için pin up, bu açığı kapatacak nitelikte görünmektedir.