okan bayülgen

entry5810 galeri video27
    2055.
  1. Cınlerım var

    CEMAL A. KALYONCU
    "Harikalar ürpertici klıklara bürünmeli, ancak bu şekilde insanların kalplerinde yer edinebilirler." Okan Bayülgen'den duydum, Nietzsche'nin bu sözünü.


    Okan Bayülgen, harika olduğunu düşündüğü için değil, zor kurulan ilişkilere inandığı için bu söze önem atfettiğini söylemektedir. Bayülgen'in seyircisi ve dinleyicisi ile kurduğu ilişki, ona göre böyle bir ilişkidir; zor fakat sağlam.. Bu sözden Bayülgen'in harika olup olmadığı anlamını çıkarmak sizlere kalmıştır.

    Önce radyocu, ardından televizyoncu (Gece Kuşu ve Televizyon Çocuğu) olarak tanıdığımız Okan Bayülgen, aynı zamanda metin yazarlığı da yapmış birisidir. Tiyatronun dışında montaj yönetmenliği ile seslendirme yapan ve yarışma soruları da yazmış olan Bayülgen son dönemde çevrilmiş akla gelen bütün sinema filmlerinde (istanbul Kanatlarımın Altında, Ağır Roman, Romantik, Oyunbozan, Komser Şekspir ve Hemşo) oynamıştır. Bu çok yönlü Okan Bayülgen'i bizlere tanıtan asıl iş yukarıda da söylediğim gibi radyo ve televizyoncu yönü olmuştur. Daha doğrusu radyo ve televizyonda izleyici ile kurmaya çalıştığı 'zor diyalog.' (Dinleyicilerin yüzüne telefon kapatan, onları ekranda azarlayan, hatta kumandası ile izleyicilerine 'zap' yapan birisidir Bayülgen.) Fakat Bayülgen, radyocu olmadan önceki 'hayatından pek umutlu değildir': "Devlet Tiyatrosu içinde öyle umutsuz bir şekilde dolaşıyordum. Alkolle aram gayet iyiydi. Fakat bir numara yoktu hayatımda. Çok da fazla birşey beklemiyordum." Onun radyoculuk hikayesine daha sonra geleceğim. Ama önce oldukça gerilere giderek Bayülgen'in bugüne kadar hiç bir yerde anlatmadığı ailesinin hikayesine zaman içinde bir yolculuğa çıkalım: "Ailemi ben sakladım. Büyük cinayetler olduğu için değil de ailem hoşlanmadığı için. Mutlaka yazın bunu da. Spermatozoitlerden biri televizyona çıktı, beş on tane film çevirdi diye kalkıp aileyi deşifre etmek zorunda değil. Ailemde meşhur olmak isteyen olsa idi kendi tercihlerini yapardı."

    Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın torunu

    Okan Bayülgen, boşanmış bir anne babanın çocuğudur. Bu, onun hayatında zaman zaman ortaya çıkan bir duygusal yıkım olmuştur. Bayülgen'in babası, Erzurum/Vanlı Albay Hamid Bey'in oğlu hukuk ve gazetecilik eğitimi sırasında sınıflarını birincilikle bitiren Ümit Bayülgen'dir. Ümit Bey, avukatlık yaparak hayatını kazanır. Okan Bayülgen'in anne tarafı ise biraz daha karışıktır. Bayülgen'in öz annesi Ayla Hanım, akademi mezunu, resimle meşgul olan sanatçı ruhlu bir kişidir. Ayla Hanım'ın büyükbabası 18 yaşında Kayseri'den atla yola çıkarak istanbul'a gelip yerleşir ve Kapalıçarşı'da halı dükkanı açar. Onun oğlu, Okan Bayülgen'in de öz dedesi olan Hamdi Üge ise aldığı ceza davalarıyla ünlenen meşhur bir avukattır. Beş evlilik yapan Hamdi Bey evliliklerinden birini de Türkiye'nin ilk kadın ceza avukatlarından birisi olan Rahime Hanım'la gerçekleştirir. Rahime Hanım, yaptığı Kur'an—ı Kerim tefsiri ile tanınan Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın ailesine mensuptur: "Biz Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın torunlarıyız. O aile büyük bir ailedir." (Tekstilde Bahariye Mensucat'la ismini duyuran ailede başka tanınmış isimler de vardır. ANAP istanbul il eski Başkanı Eymen Topbaş, Fenerbahçe eski Haysiyet Divanı Üyesi Hamdun Yazır bu isimlerden bir kaçıdır.) Hamdi Üge ile geçinemeyip boşanınca Rahime Hanım ikinci evliliğini Albay Muammer Akman'la gerçekleştirir. Muammer Bey, akademiyi bitirdikten sonra Strasbourg'da kimya eğitimi almaya gider: "Orada Türk askeri kıyafetleri ile dolaşıyor. Kendisini gören Fransız askerleri yolda gördüklerinde ona selam veriyor. Doktorasını yapıp geldikten sonra inşaatlar yapıyor ve zengin oluyor." Bayülgen'in her iki büyükbabası da nev'i şahsına münhasır birer adamdır: "Annemin iki babası da resme çok düşkün. ikisi de mimari eğitimleri olmadığı halde kendi oturacakları evleri yapıyorlar. Her ikisi de delidolu, karakterlerine bayıldığım iki adam." Bayülgen her iki dedesinden de çok etkilenir: "ikisi de tonton dedeler değil, arkadaş gibi, ketum ve sinir sahibi, ilişki kurulması zor adamlar. Adam hiddetlendiği zaman evden kaçardı herkes. Öyle bir adam. Fakat ben Muammer Bey uyurken, vücudunu ve ağzını bağlar, sonra da evden çıkar giderdim. Hiç bir şey söylemezdi, hiç kimse de akıl erdiremezdi, 'Bu adam nasıl bu hale getirildi?' diye"

    — Sonra tepkisi ne olurdu size?

    "Hiç bir şey. Bayılırdı bana. Çok zengindi. Para harcamayı sevmezdi. Para harcadığı tek torunuyum ben. Muammer dedemin bir odası vardı. 30 yıl hiç temizlenmeyen bir odaydı o. Hitler'in, Mussolini'nin resimleri vardı orada. Hayrandı onlara. Ne kadar tatlı bir faşistmiş. Muammer Bey'i ben daha yeni anlamaya başlıyorum." Herkes böyle sinir sahibi dedelerden uzak durmaya çalışırken küçük Okan, sinirlendiğinde herkesin kaçıştığı Muammer dedesi ile sıkı bir ilişki kurar: "Ben çok yakındım ona. Çünkü o ilişkiyi kurabildim. Hayatımda zor fakat başarılmış ilişkiler var. Emek harcanan ilişkiye çok inanırım. Kavga edilmiş, tekrar barışılmış, tekrar kavga edilmiş, tekrar barışılmış... Dövüşülmüş, sevişilmiş. insanlar birbirlerini tanımışlar ve birbirlerine bağlanmışlar. Ve bu benim adamım demişsin. Nietzsche'nin söylediği gibi 'Harikalar ürpertici kılıklara bürünmeli, ancak bu şekilde insanların kalplerinde bir yer edinebilirler.' Onun için kolay başlamış sevgilere de pek inanmam. Karşındakini sevmek için çaba harcarsan ortaya bambaşka, büyük bir sevgi çıkıyor. Bunu al, mahalledeki insanların ilişkisine, sağ ile sol düşünene, camiye, kiliseye götür. Böyle oluşan bir ilişkiyi kimse bozamaz. Bu düşünceyi televizyona taşırsak, tv seyircisinin kendinden farklı bir adamı yani Okan'ı sevmesi sağlam bir sevgi oluşturuyor. Benim seyirci ile kurduğum ilişki zor bir ilişkidir. Onun için benim programım hep aynı reytingi alır, kim gelirse gelsin. Bayılıyorum ona, ben alıyorum reytingi. Çok mühim birisi gelirse bir puan oynar. Doğru bu."

    Ailedeki mutsuzluğun başlangıcı

    Okan Bayülgen'i bu iki dedesinden ziyade etkileyen birisi daha vardır: Atilla Akman: "Annemin Muammer Akman Bey'den Demir Akman adında bir üvey kardeşi var. Bir de bu iki üvey kardeşin Atilla adında ortak bir kardeşleri var." 17 yaşında şizofreni olan ve 26 yaşında Mülkiye'yi bitirdiğinde intihar eden işte o Atilla'nın ölümü küçük Okan'ı çok etkiler: "Beni şeklen ve karakter olarak benzettikleri bir adamdı. Hayatımda en çok etkilendiğim insandı. Benim duygusal bağım olan bir adamdı Atilla dayım. Çok zor bir çocukluk yaşamıştı. Onun ölümünü ailemizdeki mutsuzluğun başlangıcı olarak görüyorum."

    — Atilla'da Okan Bayülgen'i çeken neydi peki?

    "Bir kere hoş, yakışıklı bir adamdı. Artı annesi babası var, arabaları var, motosikletleri var, gitar çalıyor, aile tarafından çok seviliyor."

    Yıl 1970'dir. O yıl, Okan altı yaşındadır.

    O yıl Okan Bayülgen'in annesi ile babası da ayrılır: "Babam sağduyu sahibi bir adamdı. Aileye çok saygılı, çocuklarını çok seven ideal bir erkektir. Annem delidolu; sanatla alâkalı bir ruhu vardır. Hiç bir zaman bir adama karılık yaparak ya da bir kölelik yaparak geçirmedi hayatını. Onun da hayatı savrulmuştur. Çok seviyorlardı ama geçinemiyorlardı." Bülent Bey ile Ayla Hanım, ayrıldıklarını anlamasın diye küçük Okan'ı yatılı olan istanbul Göztepe'deki Taş Mektep'e gönderirler: "Hafta sonları beraber gelip alıyor ve eve gittiğimizde bir araya geliyorlardı bir süre için. Sonra, babam bir gün şehir hatları vapurunda bana 'Seni bir hanımla tanıştıracağım' dedi." Tanıştıracağı kişi Ümit Bayülgen'in ikinci eşi olacak avukat, DTP'nin istanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı ve bugün GiK üyesi olan Doğudan Bayülgen'dir. Çift evlenir ve Ozan ile Okşan adında iki çocukları olur: "Kızkardeşimin CiA Ajanı olduğunu falan düşünüyorum. Sürekli Azerbaycan'a gidiyor. Ne yapıyorsun orada diyorum. 'Petrol araştırmaları yapıyorum' diyor.

    Ayla Hanım ise eşinden ayrıldıktan sonra Side ve Bodrum'a yerleşerek resim yapmaya devam eder. Daha sonra Türkiye'nin ilk Milli Eğitim Bakanları'ndan Reşit Galip'in torunu ismet Görgün'le evlenir. (ismet Bey, baba tarafından da, 12 yıl Bodrum Belediye Başkanlığı yapmış, Bodrum'u turizme açan önemli kişilerden biri olan Giritli Derviş Görgün'ün oğludur.)

    Göztepe'deki Taş Mektep'ten sonra Şişli 19 Mayıs ilkokulu'na geçen ve buradan mezun olan Okan Bayülgen, anne ve babası ayrıldıktan sonra anneannesi ve Muammer Akman dedesi ile kalmaya başlar: "Annemle genelde yaz tatillerinde biraraya geliyorduk. Annem benim daha çok serseri tarafım oluyor." Fakat anne babasının boşanmasının etkisi Bayülgen'de ilerleyen yıllarda da kendini gösterecektir: "Radyo programları da bir tür terapi olduğu için anne ve babası boşanmış çocukların bu durum karşısında ah vah edeceğine bu durumu nasıl avantajlı hale getirebileceklerini anlatıyorum. Mesela böyle bir durumda daha kolay yalan söylenir. Anneme gideceğim deyip kız arkadaşınla görüşürsün. Sonra harçlıklar ikiye katlanır vs. Yani bu duygusal yıkım nasıl lehte kullanılabilir?"

    Tipik Galatasaraylı: Ukalâ...

    ilokuldan sonra Galatasaray Lisesi'ne giren Bayülgen, bir yıl iftiharla geçer, ertesi yıl sınıfta kalır. Sonraki yıl tersi olur. Böylece orta kısmında girdiği Galatasaray'da 11. sınıfa kadar 'çift dikiş' atarak gider. Bayülgen, derslerindeki gibi bir sene dışa açık diğer sene içine kapanık dalgalı bir ruh haline sahiptir bu yıllarda. Buna rağmen okuldaki öğrenci kulüplerinde yer almaktan da geri kalmayan Bayülgen, folklor, müzik, edebiyat gibi kollarda aktiftir: "Kitaptan zevk alırdım, deli gibi kitap okurdum. Sol içerikli külliyatı bir de Fransızca olarak okudum. Çünkü okulda aramalar filan yapılıp, yakalanmalar olduğu için Marks, Engels, Lenin'in kitaplarını Fransızca okurduk." O yıllardaki kitap okumaya olan merakı, bugünkü birikimini sağlamasında en önemli etken olur. Bayülgen, bu yıllarda çok da amaçsız değildir: "Bir gitarist, iki fotoğrafçı, üç yazar, dört tiyatrocu olacaktım gibi şeyler..." Ufak tefek olmasından dolayı Galatasaray'daki arkadaşları ona bir de etiket bulmuştur: "Ben biraz kalın çocuktum. Bana orangutan derlerdi." 11. sınıfta iken Rasih Nuri ileri'nin akrabası bir kıza aşık olur: "Aşkı keşfettim ve keşfetmemle beraber çöktüm." Galatasaray'daki bu yedi yılın sonunda 'aşk yüzünden' okulu devam ettirememe durumu ortaya çıkar ve Ayla Hanım, onu Bodrum'a yanına alır. Bir yıllık Bodrum Lisesi eğitiminin ardından Şişli Lisesi'nden mezun olarak lise öğrenciliği ile alâkasını tamamen kestiğinde yıl 1984'tür: "7 sene Galatasaraylılık için yeterlidir. Ondan sonra nereye gittiğini kimse sallamaz. Söylüyorum söylüyorum beni yine Galatasaray mezunu sanıyorlar. Harikulâde bir etiket. Taşımaya meraklı değilim ama taşıtıyorlar. Çünkü tipik Galatasaraylıyım. Ukalâlık falan..."

    Bu yıllarda psikiyatrik sorunlar yaşayan Bayülgen, Komser Şekspir'de söylediği "Yoksunuz ulan hiç biriniz. Ne bu şehir, ne de bu binalar. Herşey bir yanıltsama mı? What is the Matrix" sözlerinin benzerlerini anneannesine daha 17 18 yaşlarında iken söylemiştir. Bunun üzerine Türkiye'nin en ünlü psikiyatrlarından Metin Özek'e gittiğinde, Özek, Bayülgen'e şunları söyler: "Benim hasta olmadığımı, bunun kafamın fazla çalışmasından kaynaklandığını ve bir sanatçı kişiliğine sahip olduğumu söyledi. Bundan da nefret ederim. 12 yıl sonra onunla tekrar görüştüğümde bana yine aynı şeyleri söyledi."

    Bayülgen, anne ve özellikle babasıyla diyaloglarında ani çıkışlar gösterir: "Karşılarına geçer üzerdim onları. Ağzım laf da yapar. O yaşlarda çok idrak edemediğim çok hırçın mektuplar yazmışımdır. Onları çok etkilemiştir.

    Mesela Fransa'da okurken babama bir mektup yazdım. O mektup babamı acaip derecede üzmüş. Ama ben üzmek için yazmadım, görüşlerimi anlatmak için yazdım onu. Mesela 32 yaşımı bitirdiğimde babam bana bir telefon açtı. Dedi ki 'Oğlum tam benim yaşımdasın, sen doğduğunda ben 32 yaşında idim. Ben senin iki katın yaşına geldim, bunu görmüş olmaktan çok mutluyum ve senin de beni biraz anlamaya başladığını tahmin ediyorum.' Telefonu kapattı ve ben hüngür hüngür ağlamaya başladım. O zamana kadar babamla ilişkimi çok düşünmemiştim."

    ilki 1990 yazında olmak üzere Sema Hanım'la dört ay süren bir evlilik gerçekleştirdikten Bayülgen, ikinci evliliğini Gaye (Altay) Hanım'la yapar. Ardından Zeyno Hanım'la evlenerek üçüncü defa dünyaevine giren Bayülgen'in bu evlilikleri ortalama 1,5 yıl sürer. Hiçbir evliliğinden çocuk sahibi olmayan Bayülgen, o zamana kadar babasıyla olan diyaloğunu pek düşünmemiştir: "Çocuk... 18 yaşına gelince, 'Sen bana babalık mı yaptın' falan diye ben kendimden biliyorum, konuşmalar yapabiliyor."

    — Babanızla oldu mu böyle bir diyaloğunuz?

    Hayır. Bu kadar kesin şeyler söylemedim ama karşısına geçip eleştiriyorsun. Ne hakla eleştiriyorsun ki? Yani adama 'Karşında 37 senelik bir hata var' demeye getiriyorsunuz. Çok ayıp bir şey. Onu beğenmemeye hakkınız yok ki."

    — Peki böyle demeye ne zaman başladınız?

    "Daha sonra, bütün o hırçınlıklarım geçtikten sonra. Bir 10 15 sene önce."

    Okan Bayülgen, bu sıkıntılı anlarından 'hayal kurmanın' rahatlatıcı yanını keşfederek kurtulmaya çalışır. Bayülgen, bu hayal kurma yöntemini film çekimlerinde de uyguladığından yönetmenlerin en zor çalıştığı kişilerden biri olacaktır.

    1984'te fotoğraf çekmek için Fransa'ya giden Bayülgen, Tours Üniversitesi'nde Hukuk ve Ekonomik Bilimler Fakültesi'nde hukuk okumaya başlar. Ardından ekonomi okumaya karar verir. Fakat Türkiye'deki kadar kolay değildir orada her istediğin bölümü okumak: "Üniversite tarihinde olmamış. Dekana çok duygusal bir mektup yazdım. Kabul ettiler." Bayülgen, bu arada tanıştığı antikacı bir kadınla antika mezatlarına katılmaya da başlar. Ardından belediyenin desteklediği üniversitede kurulan tiyatro ve bir de fotoğraf kulübünde çalışan Bayülgen, ekonomi dersi ağır geldiğinden okulu da bırakır. Ve 1,5 yılın ardından Türkiye'ye döner. Hem belediyenin hem de Mimar Sinan Üniversitesi'nin konservatuar bölümü sınavlarını kazanır, Mimar Sinan'ı tercih eder. 1989'da MSÜ Devlet Konservatuarı'nı bitirdikten sonra aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Fakültesi'nde master yapar. Bayülgen 1989—94 yılları arasında en genç yönetmen olarak Devlet Tiyatroları'nda oyunlar yönetir. 1989'da oyunculardan birinin ayağını kırması üzerine sahneye çıkar. Bu olay, istanbul Devlet Tiyatrosu'na geldiğinde yine tekrar eder: "Onları benim kırdırmadığımdan emin olabilirsiniz. Tiyatrocu olmamdan çok ümitli değildim, hâlâ da çok şey yapmıyorum." 1993 sonunda Trabzon Devlet Tiyatrosu'na 'mutlaka gitmek' zorunda bırakılınca Devlet Tiyatrosu'ndan istifa eden Bayülgen, Kent FM'de radyoculuğa adım atar. Sonrasında televizyon ve sinema... "Çekimlerde sürekli karşıdaki oyunculara bakarım. Karşımdaki adamı seyreder ondan sonra kendim oynamaya başlarım. Bunun için beraber oynadığım adamları da ezerim."

    'Cinlerim var'

    Askerliğini Burdur'da bedelli olarak yapan, isyan eden müziğin her türünü seven, hiç bir yerle üyelik bağı bulunmayan, takım tutmayan, iyi bir gitarist olabilmeyi hedefleyen, izleyici ve dinleyici tarafından fazla anlaşılmaktan şikayet eden, marjinal ve hele antipatik hiç olmadığını söyleyen, ruhunun karşılığını Beyoğlu'nda bulduğunu düşünen, 'Okan Bayülgen Yöntemi' adıyla bir reklam seminerinde işlenen, iletişim fakültelerinde tezlere konu edilen, hatta Amerika'daki bir tez çalışması için internette karşılıklı yazışan Okan Bayülgen, davranışlarını ikiye ayırmıştır: "Şunu yapıyorum, bunu böyle yaparsam akıllıca olur, şöyle yaparsam salakça olur falan gibi. Kendime böyle sorduğum için de çok rahatlıyorum. Ama 'Şunu yaparsam ahlaki mi olur?' diye sormam."

    — Ona dikkat ediyor musunuz?

    "Hayır etmiyorum. Ahlaki davranmak diye bir şey yoktur."

    — Huzursuz biri misiniz? Zaga'da öyle bir tip çiziyorsunuz.

    "Hayır. Program huzursuz bir olay."

    — En sevmediğiniz yanınız...

    "Sen bana röportajda en sevmediğin yanın diye sorduğunda ben mesela sübyancılık diye cevap versem olmaz değil mi?"

    — Öyle bir şey mi var?

    Yok. Yine mesela korkunç bir öldürme arzusu var desem... insanlar bir kompleksler, zıtlıklar yumağı. iç dünyamızda acaip canavarlar, hayaletler dolaşıyor. En sevmediği yanını insan söyler mi?"

    — Bana şu anda hayatınızın yüzde 50'sini bile anlatmadığınızı düşünüyorum.

    "Tabii anlatmadım. Manyak mıyım? Röportaj yapıyoruz. Bir dalgakıranda yıldızlara bakmıyoruz ki. insanlar çok konuşarak, gevezelik yaparak bazı şeyleri kendilerine de unuttururlar. Mesela ben şimdi sizinle bu röportajı yapıyorum. Bu röportaj çıktıktan sonra annem bana telefon açacak, 'Bir sürü yalan atmışsın' diye. Annem benim yalan söylediğimi düşünüyor. Çünkü ben gevezelik yaparak birçok şeyi aslında unutturuyorum, kendimi unutturuyorum. Başka şeyler söylüyorum."

    — Kim haklı bu davada?

    "Annem her zaman haklı. Ayrıntılarda ortaya çıkan ve bir süre sonra kendini öyle sanmakla ilgili birşey bu. Yani mümkün olduğun kadar kendini öyle sanmaman lazım."

    Hayatı boyunca kendisine destek olmuş olanlar arasında anne ve babası başta olmak üzere bir çok isim sayan Okan Bayülgen, elinden tutanlar arasında Fransa'da Tours'daki tren istasyonunda gördüğü bir kişiyi hiç unutamamaktadır: "Tren istasyonunda bir gece direkt bana doğru yürümüş ve şu hayatın en anlamlı lafını söylemiş ve ondan sonra çekmiş gitmiş bir adam var. O kadar çok elimden tuttu ki o adam... Zavallı bir Cezayirli herhalde."

    — Ne söyledi size?

    "Söylemem. Söylersem senin de elinden tutmuş olur. Ben onun cin olduğunu düşünüyorum. Bazı adamların cin olduğunu düşünüyorum. Öyle cinlerim vardır hayatta. Bir yerde karşıma çıkıyor, bir şeyler söylüyor ve ondan sonra çekip gidiyor."

    — Metafizik şeylere inancınız nasıl?

    "Her türlü metafizik şeye inanmaya hazırım. Hayat çok b.ktan birşey zaten. Hayal gücü geniş bir adama diyebilir misin sen mesela 'ruhlar, cinler yoktur' diye. Böyle birşey olabilir mi? Tabii ki inanıyorum."

    Ya televizyonda gördüğüm Okan Bayülgen sahte, ya da gerçekte tanıdığım Okan Bayülgen. Henüz karar veremedim: "Aynı, aynı adam. Fakat bir kasabı kasap dükkanında görmekle evde çocuğunu kucağına alıp öperken görmek arasındaki fark gibi..."

    email: ckalyoncu@hotmail.com
    kaynak: aksiyon dergisi
    0 ...