Hani küskünlüğünü bir uçurumdan attığın çaresizliklerin vardı.
Sanki hiç olmamışlardı
Olmayacaklardı...
Hayat hep toz pembesi bir çiçek gibi,
Sevgilinin saçlarına taktığın kırmızı bir gülden ibaretti.
Bir sabah o uyanmadan kalkıp
Kahvaltısına bir çiçek koyabilmek için
Çiçekçinin olmadığı bir terk edilmişlikte
Bir çiçek aramaktı mutluluk...
Bir evin bahçesinden aşırdığın bir öpücük dolusu çiçeği
Kaçarcasına sunabilmekti sevgiliye aşk.
Düş kahvesi gözlerinin ışıltısı tükenmemişti daha.
Sahipsiz kalamayacak kadar senindi,
Kimseye bağışlayamayacağın kadar meftundun.
Perdesini aralayamadığın bilinmezleri yoktu
Ya da öyle sandın.
Kalp atışlarında
Bilinmez adımların çarpıntıları kirletmemişti izlerini!
Yolcusu olduğun tutkunda,
Kalp kırıklarına müsebbip can kırıkları
Dolanmamıştı ayaklarına
Elvedaları düşünemeyecek kadar meşguldü kalbin
Yorgundu ayakların
Müptelasıydı kolların.
Ne gitmekti istediğin,
Ne de kalmaktı kokusunu es geçerek...
Zaman hep acımasız.
Besleyerek büyüttüğün kutsalını
inleterek can çekiştirecek kadar da vurdumduymaz.
iki yana düşerken kolları
Yoksunluklarına hüzün katacak kadar da arsız...
Şefkatini ellere bağışladığı yarınlarında
Kalp kırıkların tek kalanın.
Yaşamak ağrısına indirgeyemediğin haykırışlarında
isyanların hep yüreğinle yoldaş.
Sağlam kalanından bir "sen" daha yaratmak vardı ama
Bir "ben" dahi kalamamıştın.
Şimdi talihsiz adımlar çıkmazın ürkütür yarınını.
Bir "sen" olamadın
Bir "ben" kalamadın.
Bunca şeye rağmen söyle ey arsız yürek!
"Hala aşk var mı"...