bir zamanların en meşhur atari çeşidi olan klavyeli atari almak ve "televizyonu bozuyormuş valla" diyen çılgın bir akraba yüzünden atariyi gönlünce kullanamamak çocukluğa ait en berbat duygulardan biridir. tam da tanıma uygun olmak suretiyle başıma gelmiş eski bir olay var.
henüz yeni aldığımız atariyi televizyona bağlamak için uğraşan babamı büyük bir sabırsızlıkla bir köşecikte bekliyordum. atarinin kutusu üstündeki süper mario resimlerine bakıyor, babamın işi daha çabuk bitirmesi için kafamdan allah'a ilginç ilginç dualar üretiyordum.
ben bir yandan atariye bakıp bir yandan atarimle beraber geçireceğim güzel bir tatilin hayalini kurarken eve gelecek olan çatlak yengem tüm bu hayallerimi yıkacaktı. "bak yenge, yeni atari aldık bana, klavyeli. bununla mail bile atabiliyomuşun biliyo musun?" diye çocuk aklımla gözümde büyüttüğüm atarimi ona anlatıyor ve mutluluğumu onunla paylaşmaya çalışıyordum. gülerek baktı bana, ardından atariyi kurmakla uğraşan babama döndü ve "televizyonu bozmak için mi aldınız bunu? iyi iyi, iki gün sonra televizyon bozulunca görürsünüz" dedi. aynen kurdu bu cümleyi. "hayır ya hayır yok öyle bişey. ben biliyorum, bunun aynısından benim arkadaşlarımda da var.* onların televizyonlarını hiç bozmamış, valla bak..." diye itiraz etmeme rağmen sözümü geçiremedim. atariyi televizyona bağlamaktan vazgeçmek üzereydi babam.
artık elimde kalan son ve en etkili olan "ağlamak" kozunu kullanmak zorundaydım. kendimi yerden yere atıp, koltuktan koltuğa savurdum. bildiğin paraladım kendimi. ama bu yaptığım şey de atariyi misafir odasındaki televizyona bağlamalarına mani olamadı. koca bir tatili bir akraba yüzünden misafir odasında, gözlerden ırak bir şekilde atari oynayarak geçirdim. şimdi, içimde o zamanlardan kalan "uyuz olma" duygusunun intikamını almak için televizyonuna playstation kurduğunu gördüğüm ilk çocuğun annesine ben de aynı yalanı atıp, aynı duruma düşüreceğim.*