herkezden ve herşeyden uzaklaşmış olduğunda ve de dudaklarındaki kuruluğun sebebi seni ölüm anına doğru sürüklediği o en son ve en dayanılmaz günün akşama erdiği saatlerde, uçurumdan düşer gibi sağ elinle diri diri sokarsın kalbine neşteri.. hem de kendine hiç acımadan ve tam orta yerinden.. nefesin aniden sağırlaşır.. bakışların ıssızlaşır... demirin sukunetli soğukluğunu ve göğüsünden son nefesin gibi akan kendi kanının sıcaklığını hissedersin telaşlı teninde. bu, bir rüyanın içinde kaybolmak gibi acıtır... kendini uyanık sandığın yerde uykunun en derin yerinde olmak gibi... ya da kendi kefenini giyinmek gibi... çünkü yüreğini kesersin boylu boyunca. ve akıtırsın içindeki öte beri kızıl kıyamete dair, ve her ne varsa sebep gözlerindeki ışığı solduran... saatler ihtiyarlayıp ibreler hüznü gösterdiğinde, uzaktaki bir çocuk son nefesini verip damla damla ayrılır hayatından. ve işte o çocuk... ama... fakat o..
ama, o daha çocuk !... o, çocuk...
ve sonra, çok daha sonra... seni sebepsizce ve ayarsızca seven biri çıka gelir. doğumundan ölümüne kadar aldığın tüm nefeslerden daha değerli birisi karşına dikiliverir ansızın. seni, kendi canından ve geri kalan tüm dünyadan da daha çok umursayan birisi... -neden? diyorsun, -hicbirnedeniyok, diyor.. bu sanki cennet bahçesi gibi. ferahlık ve huzur veriyor insana, yine gözlerinin parıldadığını hissediyorsun. onu seviyorsun, arzulamaya başladığında da çoktan aşık olmuşsundur bile.
...ve bir de bakmışsın ki kara kefeninnden sıyrılmış bir çocuk serbestçe koşturup duruyor yüreğinde... *