dinle küçük adam! sana 'küçük adam', 'sıradan insan' diyorlar; yeni bir çağ, 'sıradan insan çağı' başladı diyorlar. bunu söyleyen 'sen' değilsin küçük adam. onlar söylüyor bunu, büyük ulusların başbakanları, koltuklanmış işçi liderleri, kentsoylu ailelerin tövbekâr evlatları, devlet adamları söylüyor, filozoflar söylüyor sana bunu. geleceğini eline veriyor, geçmişinden hiç sual etmiyorlar.
korkunç bir geçmişin mirasçısısın sen küçük adam. mirasın, avucunun içinde alev alev yanan bir elmastır. bunu sana söyleyen, benim; beni dinle.her doktor, her ayakkabıcı, teknisyen ya da eğitimci, işini doğru dürüst yapmak ve yaşamını kazanmak için, eksikliklerini bilmek zorundadır. birkaç on yıldır, şu yeryüzünde yönetici rolü oynamaya başlamış bulunuyorsun. insanlığın geleceği, senin düşüncelerine ve senin yapacağın şeylere bağlıdır. ama öğretmenlerin ve efendilerin, aslında nasıl düşündüğünü ve gerçekte ne olduğunu söylemiyorlar sana; seni kendi geleceğine egemen olma yetisi verebilecek yönde eleştiren ve bu eleştiriyi dile getirme yürekliliğini gösteren tek kişi yok. yalnız bir anlamda 'özgürlüğüne sahip'sin sen; kendi yaşamını yönetmeyi öğrenmeme ve kendini eleştirmeme özgürlüğüne sahipsin.
şöyle bir yakınmayı hiç duymadım senin ağzından: 'gelecekte kendimin ve dünyamın efendisi olmak yolunda yürütüyorsunuz beni, peki ama, insanın nasıl kendi kendisinin efendisi olacağını anlatmıyorsunuz hiç, düşünce ve davranışlarımdaki yanlışları bana söylemiyorsunuz.'
yönetimi elinde tutan kişilerin, 'küçük adam'ı yönetmelerine izin veriyorsun. ama sen, hiç sesini çıkarmıyorsun. yönetimi elinde tutan güçlülere, ya da kötü niyetli güçsüz adamlara seni temsil etme yetkisini veriyorsun. her seferinde aldatıldığını anlıyorsun, ancak bunu anladığında, iş işten geçmiş oluyor.
. . .
yaptığın her şey eğreti, küçük adam: evini bir kum tepeciğinin üzerine kurmuşsun, yaşamın, kültürün ve uygarlığın, bilimin ve tekniğin, sevgin ve çocuklarına verdiğin eğitim, hep eğreti. bunu bilmiyorsun, bilmek de istemiyorsun; sana bunu söyleyen büyük adamı da öldürüyorsun.
büyük bir bunalım içinde, gelip gelip aynı soruları soruyorsun:
'çocuğum çok inatçı, her şeyi kırıp döküyor, geceleri karabasanlarla uyanıyor, aklını derslerine veremiyor, kabızlık çekiyor, benzi soluk, yüreği katı. ne yapmalıyım? bana yardım et!'
ya da:
'karım bana karşı cinsel istek duymuyor, beni hiç sevmiyor. bana işkence ediyor, sinir nöbetlerine tutuluyor, bir yığın erkekle geziyor. ne yapmalıyım? söyle!'
ya da:
'yeni ve çok daha öldürgen, korkunç bir savaş patladı; oysa biz tüm savaşları önlemek için yapmıştık son savaşı. şimdi ne yapacağız?'
ya da:
'varlığıyla övündüğüm uygarlık, enflasyon nedeniyle çöküyor. milyonlarca insan yiyecekten yoksun, ölüm açlığı içindeler, birbirlerini öldürüyor, çalıp çırpıyor, insanlıktan çıkıyorlar. umutlarını yitirdiler. ne yapmalıyız?'
'hakikati güvenliğe yeğ tutan bir yaşam biçimi içinde elde edilen büyük başarı ve bulgunun yazgısı şudur: senin tarafından büyük bir açgözlülükle yalanıp yutulmak ve sonra gene senin tarafından dışkı olarak atılmak.'
büyük, yürekli ve yalnız olan birçok adam, ne yapman gerektiğini çoktan söyledi sana. onların öğretilerini çarpıttın, kırıp döktün ve ortadan kaldırdın. her seferinde onları ters tarafından yakaladın; büyük hakikati değil de küçücük yanlışı yaşamının yol göstericisi olarak gördün; hristiyanlıkta, toplumbilim öğretisinde, halkın egemenliği konusunda, yani kısacası, elini değdirdiğin her konuda büyük doğruyu değil, küçük yanlışı seçtin. bunu neden yaptığını soruyorsun, ha?
bu sorunun ciddi olduğunu sanmıyorum. sorunu yanıtlarsam, hakikati işittiğinde önüne geleni öldürecek denli öfkeleneceksin:
evini derme-çatma kurdun ve bütün bunları böyle yaptın, çünkü 'içinde yaşamı duyma' yetisinden yoksunsun; çünkü çocuklarındaki sevgiyi daha doğmadan öldürüyorsun; hiçbir canlı ifadeye, hiçbir özgür, doğal davranışa karşı hoşgörülü davranamazsın, doğallığa dayanamazsın çünkü. dayanamadığın için de, korkuyor ve şunu soruyorsun: 'bay jones ne der?', 'yargıç smith ne der acaba?'