adaya gittiğimde karşıma çıkan ilk esnafa sordum lefter babayı...
"yüksek kahvenin oraya git, genelde oralarda olur." sözleri üzerine yüksek kahveyi buldum.
karşımdaydı; güneşten bronzlaşmış bir ten, sade bir tişört, altında şort... başındaki beyzbol şapkaya rağmen tanıdım hemen.
"lefter baba..." dedim. şöyle bir baktı bana. eline sarıldım hemen, şerefle öptüm.
"seni görmek için ne kadar uzaklardan geldiğimi bilemezsim..." dedim. önce biraz şaşırdı sonra gözleri gülmeye başladı. oturduk masasına arkadaşla. sonra kendimi anlattım; onun hikayeleriyle büyüdüğümüzü, arkadaşlar arasında yaptığımız muhabbetlerde kendisinden nasıl bahsettiğimizi anlattım. hem tebessüm ediyordu hem de arada dalıp gidiyordu. sonra kendisi başladı anlatmaya...
askerliğini diyarbakırda yapmış. anlattığına göre bu zamanda güneydoğuda olan olaylar taa o zamanlarda da görülürmüş. taşlandıklarını falan anlattı uzun süre. kendimize oralarda dikkat etmemizi tembihledi.. ardından futbol kariyerinden unutulmaz bir kaç anısını anlattı. ingiltereyi delik deşik eden zamanın irlanda'sını ankara'da nasıl perişan ettiklerini, merak üzerine sorulan bir soruya cevaben galatasaray maçlarının özel atmosferini, hatta bir keresinde 18'in içinde arka arkaya 5 kişiyi çalımlayıp turgay'a* nasıl gol attığını da anlattı...
şimdinin futbolcularının çok şanslı olduğunu belirtmeden geçmedi. anlattığına göre sahada meşin yuvarlak ıslanınca iyice ağırlaşırmış. ayak içiyle plase yapmak bir kenara, pas bile atılması imkansız hale gelirmiş. ayağının üstüne, burun tarafına yakın bir yere oturttu mu topu, mermi gibi gidermiş... sahaların çamurları, vefa stadı, saraçoğlu... "şimdiki imkanlar sizde olsaydı..." dedim. eliyle "ohooooo" anlamına gelecek bir jest yaptı. zihinsel olarak hala fenerbahçe de oynamaya hazır olduğunu, elinden gelse o gün sahaya çıkacağını da vurguladı...
o kadar çok şeyden muhabbet ettik ki o gün, hangi birini anlatayım... yurtdışı kariyerinden, kariyerinin son zamanlarından, teknik direktörlük zamanlarından, can*dan, ziya*dan, turgay*dan, cemil*den, rıdvan*dan...
rıdvan dilmen in sakatlıkları hakkında bugüne kadar hiç duymadığım, oldukça şaşırtıcı bilgilerin yanı sıra, aziz yıldırım ın üç yıl üste üste verdiği şampiyonluk sözü hakkında ilginç değerlendirmeler, christoph daum için yaptığı müthiş yorum ve transfer sezonunun her yönüyle en ses getiren transferi mehmet topuz hakkındaki düşünceleri ise yaptığımız sohbette unutulmaz anlar olarak hafızamıza kazındı...
karşımızda kanlı canlı bir efsane vardı, buraya kadar gelip de forma imzalatmamak olmazdı. "baba şu formaya büyük bir imza at" dedim.. "benim imzam küçüktür ama" diye yanıtladı..
"olsun baba" dedim... "sen bizim hayatımıza* en büyük imzanı attın daha n'olsun" dedim. elleri titreyerek güzel bir imza attı formanın her iki yüzüne...
artık yaşlılığını gizleyecek durumda değildi. biraz sonra da kızı geldi onu almaya... sık sık ziyaretçileri oluyormuş, bu da onu memnun ediyormuş. seneye görüşmek üzere söz aldık kendisinden ve usul usul yerinden kalktı, kızıyla beraber eve doğru yola koyuldu.