hayatın kaynağı ''the fountainhead'' adlı, tekrar tekrar okunması gereken, kitaplığın en göze çarpan yerine konmasını hak eden, eşe dosta önerilmesinin, hediye edilmesinin, hatta etrafa hibe edilmesinin çok büyük sevap olduğu harika kitabın yazarı.
pek fazla ilgimi çekmemişti bu güne kadar ayn rand. hatta itici bile geldiğini bile söyleyebilirim. cahil kafa işte, hiç bir kitabını okumadan, sadece hakkında yazılanlarla ön yargı sahibi oluvermişim, etrafımdakiler ve saçma yorumlarının etkiside yadsınamaz tabiki. ta ki tuğla kadar kitabıyla tanışana kadar. yine aynı cahillikte ''bu ne lan, bununla adam dövülür ehehe'' diyerek arkadaşımla şakalaşmıştım. şansıma kitap %25 indirimdeydi ve o yıllar günde bir kitap bitirebilme potansiyeline sahiptim. hemen aldığım kitaplara onuda ekledim. ve yol boyunca tuğla esprisi yaparak ilerledim.
eve geldiğimde aynı boktan espriyi aile üyelerinede yaptıktan sonra ''dur lan bir bakayım ne melem bir kitaptır bu, ne yazmış bu kadar bu hatun'' diyerek yardırdım kapağı ve çılgınlar gibi okumaya başladım. daha ilk sayfa biter bitmez hemen sırtıma yastığı koydum. evet kitap ilk sayfadan kendisini belli etmişti, sabahlamak içten bile değildi. götürecekti bu kitap son sayfasına kadar. okudukça daha fazla sürüklüyordu, sayfalar şuursuzca değişiyordu, yırtarcasına atlanıyordu. bir yandan okuyor bir yandan da ''allahım bu nasıl kurgu? nasıl karakter analizi? nasıl bir üslup? kimsin lan sen ayn? çıkışta görüşeceğiz...'' sorularıyla beyin nöronlarımı coşturuyor, impuls iletimimi hızlandırıp orgazm dolu dakilalar yaşıyordum.
ve aynı kitabının son elli sayfasını ölmeden önce okumayı planladığım yazar. senin döktürdüğün bu kitabını, diğer kitaplar gibi bir günde bitirecek değilim bebeğim.