Kabil'de Taliban cinnetinden kurtulanların, şehir meydanında bir günah abidesi gibi direğe bağlanmış teyp bantlarını çözüp notaların zincirini çözmesi ve şehre gümbür gümbür müzik yayını yapması ne muhteşem bir görüntüydü.
Ya, tıraş yasağından dolayı püsküle dönmüş sakallarını kestirmek için sevinçle berbere koşan Afganlar?...
Ben Berberler Derneği'nin yerinde olsam o fotoğrafı afiş yapar, altına da "Tıraş özgürlüktür" yazardım.
* * *
Kudret Emiroğlu, "Gündelik Hayatımızın Tarihi" kitabında (Dost, 2001) 1910'da Osmanlı Meclisi'nde yaşanan bir tartışmayı anlatır.
Osmanlı tebasına hüviyet cüzdanı verilmesini öngören bir yasa görüşülmektedir. Ancak yasada bu cüzdana "sakal renginin yazılması" hükmü de vardır. Bazı mebuslar sakal kesilebileceği için bu hükmün gereksiz olduğunu anlatır. Bunun üzerine Amasya Mebusu Fazıl Arif Efendi kalkıp onlara haddini bildirir:
"Vicdanlı, hamiyetli bir insan, hiçbir vakit sakalını tıraş etmez. Bıyık ve sakalı kazıyanlar, birtakım adi sahtekarlardır."
Aynı kitapta, bu tartışmadan yıllar önce "Türkiye'nin ilk gazetecisi" sayılan Şinasi'nin sakalını kesti diye memuriyetten atıldığı da hatırlatılıyor.
Bugün bize "bir tutam tüy" gibi görünen şey, bir asır önce atalarımızın "kimlik kartı"ydı.
* * *
Şimdi daha yakın tarihten bir başka sahne anımsatacağım:
Sene 1983...
YÖK, bir "Kılık - Kıyafet Yönetmeliği" yayımlayarak üniversitede sakalı yasakladı. Sadece öğrencilere değil, öğretim üyelerine de...
Akademisyenlere "Ya berbere, ya kapıya" denildi.
Bu dayatmaya "Kapıya" diye karşılık verenler üniversiteden atıldı.
O dönem sakalını kesmeyi reddedenlerden biri olan hocam Alaaddin Şenel, gerekçesini çalıştığım Yankı dergisine şöyle açıklamıştı:
"Sakalımı kesmek için harcadığım zamanı hesapladım: Ayda 300, yılda 3600 dakika ediyor. Ben bu süre içinde bir kitap çevirdim."
O günleri hatırlıyorum; sakallarından çok, giyim - kuşam ve düşünce özgürlüklerine sahip çıktıkları için üniversiteyi terk etmek zorunda kalan hocalarımızı uğurlarken üniversite, zihniyet olarak bana "Taliban karargahı" gibi görünüyordu.
* * *
"Sakal mecburiyeti" ile başladığı bir yüzyılı, "sakal yasağı" ile kapatmış bir ülkenin evlatları olarak artık anlamamız gereken şey şu:
Sakal kesebilme özgürlüğüne inanıyorsak, sakal bırakabilme özgürlüğüne de aynı şekilde sahip çıkmalıyız.
Bağnazlığın alternatifi, yeni tür bir bağnazlık olamaz.
Sakal kestirmeyen yobazların karşısında demokratik tavır, "Bütün sakallar kesilecek" zorbalığı değil, "Sakal, kişi haklarındandır. Dolayısıyla devletin ilgi alanı dışındadır" yaklaşımıdır.
Demokrasileri, diktatörlüklerden ayıran şey, kişilik haklarına ilişkin eski yasaklar yerine yeni yasaklar getirmesi değil, o haklara saygı göstermesidir.
O yüzden Taliban kafasına nasıl karşı çıkıyorsak, üniversite kapısında ("keçi"ydi, "top"tu, "çember"di demeden) sakal kesen o militarist kafaya da aynı kararlılıkla karşı çıkmalı, "tıraş özgürlüğü"nü savunmalıyız.
Yeni çağ, Taliban dayatmacılığına da, kışla yasakçılığına da sakalı kaptırmamalıdır. *