kimbilir, belki adam da onun, şu anda yaptığı şeyi yapmıştı. sadece biraz olsun huzura ihtiyacı vardı ve günün o saatinde herhangi bir kafeye gitse kalabalığın da etkisiyle istediğini elde edemeyecekti. o saatte restoranın sükuneti adamı cezbetmiş ve adam da oturup bir kahve içmek, kafasını toparlamak istemişti.
su iyiden iyiye soğukluğunu hissettirmeye başlamıştı. bu kadar dirilme vücudu için yeterli olmalıydı... aksi takdirde ten rengindeki ani değişiklikten kendisi dahi rahatsız olabilirdi. sudan, ağır ağır ve titreyerek çıkmış ve suyun içindeki sağ ayağını da büyük bir titizlikle bileğinden bükerek çekmişti. bornozuna sarındığında içine girdiği sıcaklığa bir kedi sırnaşıklığı ile salmıştı kendini. banyo aynasının karşısında saçlarının, ıslak uçlarını kurutuyordu. günün yorgunluğunu attığına göre temiz çamaşırı kalmadığı için evinin karşısındaki çamaşırhaneye gidebilirdi. ama öncesinde üstünü giyinmeli ve bir sigara içmeliydi. bunu haketmişti...
üzerinden çıkardığı iç çamaşırlarını, yüzünü ekşiterek giyinmişti. aynadaki kendisine "bir erkek olsan kendinle yatar mıydın?" diye sorarken gülümsüyordu. sevdiği ve sıkça yaptığı birşeydi kendi kendisine takılıp dalga geçmek. kaldı ki bunu yapamayan insanların, kendi komplekslerine yenik düşmüş mahlukatlar olduğuna inanırdı. bakımlı bir kadın olmasına rağmen zaman zaman pasaklı kız olmaktan da hoşlandığını düşünmekteydi. özensiz, öylesine ama mutlu ve zahmetsiz geliyordu bu halleri çoğu zaman. antreye yayılmış olan kıyafetlerini toparladı. bu birkaç parça dışında temiz kıyafeti kalmaması o kadar komiğine gitmiş olmalıydı ki yerden aldığı son parça olan eteğinin başında haline sesli bir şekilde, kısa bir süre gülmüştü...
üstünü giyindikten sonra mutfağa yöneldi. belli ki özenerek hazırladığı espresso eşliğinde şehri seyredecekti. bu şehrin, belki de en sevdiği tarafıydı bu. akşam olduğunda karanlığın çöküşüyle beraber şehir, uykusundan yeni uyanmış güzel ve genç bir kadının bir erkeği etkisi altına aldığı gibi etkisi altına alıyordu onu. ve bu tarifsiz duyguya olan hayranlığı, bunu hissedebildiği her an katlanıyordu... espressonun hazır olduğunu haber verir gibi yandı sigarası ve bir tutam tütün, bir kadının dudaklarına ancak bu kadar yakışabilirdi. o da bunun farkında gibi ağır ve keyifle içiyordu sigarasını her defasında. mutfağın camındaki gizli krallığından şehri seyretmeye koyulmuştu. birkaç dakika yetecekti, biliyordu. derin bir nefes çekti yanan sigarasından, henüz dumanı vermeden bir yudum da espressodan... bunu yapmanın sağlığına ne kadar zararlı olduğu konusunda gereğinden fazla bilgiliydi ama bu zevke karşı koyamıyordu. günah olduğundan şüphe duymadığı herhangi bir sevişmesini anımsatıyordu bu durum ona her defasında.
sessiz ve kimsesiz bir şekilde şehri seyre dalmıştı. uzaktaki otoyolda arabaların hızla geçişine takıldı bir süre... türkiye'yi, arkadaşlarını, ailesini ne kadar çok özlediğini de böylece farketmişti. sahi italya'da şoförler bu kadar hızlı gitmesine rağmen trafik kazalarına yurdundaki kadar sıkça şahit olmuyordu... o ise bir trafik kazasında hayatının son bulmasından çekinse de özlemişti işte.