akşam evin kapısına geldiğinde içi bir semt pazarını andıran çantasında anahtarlarını aradı. anahtarı ait olduğu yerde hafif büktü ve kapı gürültü denilebilecek bir gıcırtıyla ardına kadar açıldı. tavşanlı terliklerini, sabah kapının hemen yanında çıkarmıştı, yere çıplak ayakla basmaktan korkmuşçasına çıkarılmıştı terlikler. ama öyle olmadığını, aceleden evden terlikleri ile çıkıp da geri dönmek zorunda kaldığını biliyordu. ışığın anahtarına nazik ve kırılmasından çekiniyormuş gibi dokundu...
boz mantosunu çıkartıp, kapının hemen çaprazındaki vestiyere asmış, çizmelerini çıkartmaya çalışıyordu. bir an aynada kendisini gördü ve bu suratsızlığı hiçbir zaman kendisine yakıştıramıyordu... önce şapkasını çıkardı, boşta kalan sağ eli ile saçlarına bir klark attı ve "naber fıstık" dedi aynadaki kendisine hafiften göz kırparak. bunu yapmayı seviyordu. saçlarının ucunu tuttu ve birşeyleri kontrol ediyor gibi tedirgin görünüyordu. alabildiğine siyah ve orta uzunluktaki saçlarının uçlarını göz bebeklerini kaydırarak tek tek kontrol ediyordu. sonra tekrar aynadaki kendisine döndü ve artık yemek yemesi gerektiğini farketti. yaklaşık 14 saat önce yaptığı kahvaltı, protein olarak işlenmiş ve ona tabi küçük birer başyapıt halini almıştı sanki.
çizmelerini gelişigüzel bir şekilde çıkartıp, tavşanlı terliklerinin üzerine basarak, attığı her adımda kulağına çalınan gıcırtılar eşliğinde mutfağa doğru emin adımlarla ilerliyordu. son anda fikrini değiştirmiş olmalı ki önce banyoya uğrayarak suyu açmıştı. kendisine vakit ayırmak belki de şu hayata dair en büyük eğlencesi, en zevkli uğraşıydı... zaman zaman gece yarısına dek uzun uzun düşüncelerle boğuşur ve her seferinde düşünmek için farklı şeyler bulurdu kendine. bu onun dünyasıydı nihayetinde. o kadar gerçek, o kadar içten... acele bir şekilde hazırladığı yemek tepsisi ile beraber televizyonun karşısına kuruldu. kanallar arasında yaptığı küçük gezintinin sonunda televizyonu kapatmanın yerinde olacağını düşündü. kaldı ki hiçbir zaman bu renkli dünya ona hitap edememişti. iki parmağının arasınaki sigarasını, dudaklarını ölçmüşçesine, olması gereken yere bir mimar titizliği ile yerleştirdi. sigarası bittiğinde küvete dolmuş olan soğuk suyun içerisinde, bütün gün boyunca omuzlarında taşıdığı yorgunluğunu yüzdürecekti.
sigarasından son nefesini derin bir şekilde çektiği anda, dudaklarında kavruk bir tütün tadını duyumsamış, katranı ciğerlerinin en derin yerinde birkaç saniye hapsetmişti. sigaranın en sevdiği yeri de sıcaklığını böylesine hissettiği son nefesiydi... odadan, banyoya doğru ilerlerken elbiselerini bir striptizci kız edasıyla savurarak, ortalığa saçmaktan çekinmiyordu. banyonun kapısından girdiğinde iç çamaşırları hariç, üzerindeki herşeyi çıkartmış ve bir tarafa savurmuştu. tıpkı geçen günleri gibi her biri etrafa dağılmış durumdaydı. eğildi, küveti alabildiğine doldurmuş olan suyu kapadı... iç çamaşırlarından kurtulmak istercesine çıkardı ve onlara karşı oldukça titiz davranıyordu. kendisini ılık sayılabilecek suya bıraktığında hafiften üşür gibi oldu ama bunu ilk kez yapmıyordu. soğuk su hem kaslarını gevşetiyor, hem de vücudunun diri kalmasına yardımcı oluyordu. kendisini kafası hariç tamamı ile suyun içerisine gömmüştü ve artık düşünme vaktiydi onun için...
bugün restorana gelen o adam... sadece kahve sipariş etmiş ve dokuz kahve satın alabileceği kadar bir miktarı da bahşiş olarak bırakmıştı. oysa kahvesini dahi içmeden kalkmıştı. sabahın o saatinde restoran öylesine kimsesiz, öylesine sakinken adamın bunu yapma amacı ne olabilirdi? gösteriş meraklısı budalalara hiç benzemiyordu... hem öyle olsa bile ona neydi ki... ama merak, insanın kendi istemi dışında açığa çıkan bir duyguydu ve aklına sorular düşmüştü işte. küvetin içinde kıpırdamadan, öylece duruyordu. acaba bir randevusu vardı ve sonrasında iptal mi olmuştu? ama öyle olsa dahi neden bu kadar çok bahşiş bırakmıştı... neden, neden, neden? sonra huzura ermek için düşüncelerini bir kenara bırakması gerektiğini farketti. zihninin de dinlenmeye ihtiyacı vardı, en az bedeni kadar... gene en ufak bir hareket olmaksızın, cansız bir beden gibi uzanıyordu küvette ve artık düşünmüyordu. aradığı huzuru o anda bulmuştu sanki.
sonra adamı düşündü yeniden... muhtemelen sevgilisinden ayrılmış, bütün gece uyumamıştı. ve işe gitmeden önce biraz kafeinin uykusuz gözlerine iyi geleceğini düşünmüştü. tabi yaa... giyimi de bu yüzden resmiydi. bu durumda pekala yolun karşısındaki kafede de içebilirdi kahvesini. ama o lüks bir restorana gelip sadece kahve sipariş etmişti. sonra kahveyi içmeden kalktığı halde on kahve parası vermişti. acaba restoranın kahvesini beğenmemiş olabilir miydi? kimbilir belki... ama dolu fincanı, bulaşıkhaneye götürürken herhangi bir dudak izi görememişti. "insanları anlamak zor" diye fısıldadı kendi kendine ve tek istediği biraz huzurdu... biraz olsun huzura ne kadar da ihtiyacı vardı.