kahpe denizlerde büyüdü kangren yapraklı düş çiçeklerim. ne açmayı bilir, ne de solmayı... hep bir hüzündür sağanağında erittiği.
düşler gerçekleri ararken, kalpler birer birer kırılırken ve insanlar birilerinin canını acıtırken; gördükleri veya göremedikleri değil, görmezden geldikleri acıttı canımı. kibirli bir ses "zayıflık" diye fısıldarken, içimde kanırtarak dalgalandırdığım benliğimde sahipsiz bir anahtar gibi kimsesiz ve de sessiz variyeti büyüttü yangınlarımı.
bana yıllar önce bugün doğduğumu söylediler. yıllar öncesinde kazıdılar beynime ve aldılar aklımı. öğretilmiş duyguları yüklediler içime. derin derip oyup beni, katmer katmer gömdüler... sonra da yitip gittiler. sandık sandık yeşerttikleri umutlarımı da umursamadan yitip gittiler.
ve bugün... babalar günü de aynı zamanda. ortaya atılmış variyetimi kutlarcasına ilan edilmiş bir gün. tıpkı dalga geçer gibi. tahtında silüetinden ötesini haklı gerekçelerle hissedemediğim çaresizliklerimde, ruhunu çoktan birileri çalmış ve götürmüştü. bir sıcak dokunuşun dahi yoksunluğunu öğrenmekten yoksundu varlığım. düşlerimle can buldu arzularım ve düşlerimde öğrendim kaybettiklerimi. öğretemedikleri yoksunluklarımın acısını bilmek de hayallerimle başladı. oysa hayal kurarak hayata başlayabileceğime o kadar inanmıştım ki... gerçeklere olan inancım bu sebeple kırık, merakım da bu sebeple tutkuluydu belki...
kıvranabileceğine bile inancını yitirmiş bezginliğim, kırık umutlarla araladı kapısını. en azından bir hırsız gibi de olsa içeri girmelerini umdu. ne buldu, ne de yuttu... sadece sustu. öğretilmiş ahlakın esaretinde dudaklarını bir elin tersinde buldu. kutladı ve vazifesini yaptı. sonra da hiç olmamış gibi görünmez dünyasına geri döndü. sanki hiç yoktu. hiç doğmamıştı... kaza kurbanı bir zevk düşkünlüğünden ibaret olduğunu bir kez daha hatırladı. acımasız engellerin hoşgörüsüne denk geldiğini bir kere daha anladı. kırık kalpler yaşattı, kırık kalpler büyüttü ve kimse enkazımın altında saçılmış yıkıntılarımdan bir "ben" daha yaratmaya niyetlenmedi. susturucuya takılı isyanlarımın çığlıklarında üşüdü dünyam. üşüdü ruhum. oysa ne kadar da meftundum.
sızısını ellere bağışlayamadığım çıkmazlarımın sokaklarında tükendi yıllarım. yirmi dördüncü kez inledi "ben"im... ne yirmi beşincisine, ne de ötesine dair haklı bir inancı olmadı. acılar denizimde gözyaşlarımın fırtınasında eridi umut yüklü gemilerim... birer birer tükendi. ebediyetimin güneş görmemiş gözlerini, ezeliyetimin umut vaat edilmemiş yarınlarına bağışladım. seçmeden ve inanmadan...
ve adıma sarhoş dediler! nedenini sormadan, sebebini bilmeden... ela gözlerimi yaşartarak yeşerttiler. kırmızıya boyadılar yeşilimi. küçüldükçe küçüldü avuçlarım. sevgi dilenen çırpınışlarımı sağır kulaklarla dinlediler. kör gözlerle izlediler can verişlerimi. sahipsiz piçliğime kimsesiz duvarlar ördüler. duvarlarında yazılı isyanlarım, yüreğimde kazılı feryatlarım... kuytu köşelerin vazgeçilmez sahibiydim. kader diye biçtiler, beğenmeyip sövdüler. sonra da görmezden gelip gittiler.
can kırıklarımdan sızıyor nefes alışlarım. o el değmemiş, o yüz sürülmemiş yüzümde, can parçalarını kavuşturamamanın hüznünü büyütüyorum. büyüdükçe büyüyor bedenim, kucak açtığım boşluğumun da büyüdüğünü hatırlatarak… doğdu benim, üşüdü dünyam ve büyüdü boşluğum. belki de bu yüzden yorgunum.