karaduvar

entry33 galeri
    26.
  1. "bir gece penceresi"

    her şey aslında bundan saatler önce başlamıştı. aklımdan çıkaramadıklarım yüzünden uyuyamadığımı düşünmek, uykumu getiren bir şey yaratmıyordu. o sebeple aklımdan çıkaramadıklarımı düşünmemek için uyumayı düşündüm. nasıl olduysa becerir gibi oldum da. bu sefer de rüyalarımda idi.

    birkaç gündür aklımın duvarlarında çarpıla çarpıla savrulan düşünceler yüzünden boş bıraktığım midemin senfonisini ninni sayarak uykuya kendimi hazırladım. sonrasında ise gözlerim kapalı ama uyanık bir halde rüyamı görmeye başladım. düş müydü yoksa rüya mı, bunu düşünmek bile zihin sağlığım açısından yerinde olmayan bir tutum olsa gerek. zira eminim ki isviçreli bilimadamları da konudan haberdar olsa bu yönde düşünürlerdi. lakin neler gördüğümü anlatmayacağım. aslında neler anlatacağımı bile ben dahi yazdıktan sonra -di'li geçmiş zaman kipinde görüyorum. o sebeple "gördüklerimi anlatmayacağım" demek bile saçma. zira neler anlatacağımı ne siz, ne de ben bilmiyoruz. "bilmiyoruz"un 1.çoğul şeklinde çekimi bile sanki sinemaya ortaklaşa bilet alıp izlemeye gitmişiz izlenimi katıyor.

    konuyu dağıtmakta üstüme yok. devam edecek olursam, gördüğüm şeylere olan ilgim öylesine artmıştı ki; rüya veya düş, her neyse gördüklerime engel, hepsini yok saymak için giriştiğim bir konsantrasyon çabası da tüm bunların arasında dikkatimden kaçmamıştı. hikaye bazen buruk, bazen destanlar kadar uçuk bir mutluluğun zirvesine adım atan yolculuğa özne olmak kadar heyecanlı idi. ya da bu benim hüsnü kuruntum. kim bilir... velhasıl, tüm bu hengamenin ortasında zaman akıp giderken, kalp atışlarımın ritmi ile dağlayamadığım bir hüzün de gark olmuştu nefes alışlarıma. gördüklerim düş veya rüya her neyse, gerçek değildi. belki onlarcası benzeri buruk versiyonlarını yaşamış, ezberemiştim. belki onlarcası mutlu sahnesini, tek bir saniyesini dahi unutamadan yaşamış, geçmiş zaman defterine kazımıştım... belki de tüm ağrısı bundandı nefes alışlarımın.

    onlarcasindan ziyade hayatlar, onlarcasından ziyade boyutları aynı dünyada içselleştirerek, kendi düzlemlerinde kesişmeden aynı zaman dilimini kavrıyordu. oysa tüketerek yitirdikleri hayatlarında yaşayacakları, yaşamadıkları kadardı. bilinmezlerine açılan kapılarına vaat ettikleri ümitleri, bildiklerini sandıkları aldanışlarına meze olacak kadar hoyratça harcanmıştı. şimdi hangi haksız gerekçe, haklılığına inandığı bir varsayımın gölgesinde uyuyarak, aydınlık bir geleceğine perde çekmediğini iddia edebilir ki? ya sanmışlıkları, ya da yanılmışlıkları arasında çekimlediği hayatlarına; kayıtsız görünen sessizliğimle dahi düşler ekiyorsam, hangi aptal mazeret bunu kendime bile itiraf etmeme engel olabilir ki?

    herkes uyumaya çekilirken ben, düşlerimi koynuma alıp yatağımı boşadım. mutfağın parlak ışıklarında bir yudum su ile midemin senfonisine biraz daha canlılık verdim. gözlerimin penceresinde asılı bir çift hayalin hala orada olduğunu görmek için belki, aydınlığın merkezine derin bakışlar fırlattım. oysa bir çift hayaldi gördüğüm her şeye rağmen. birbiriyle aynı, birbirinden ayrı bir çift hayal. ikisi de gerçek ama birisi yalan..! birisi gülen, birisi de gözyaşlarının barajına söz geçiremeyen bir hayal. acısı da tatlısı kadar güzel, ama tatlısıysa acısından daha hayal olan bir hayal.

    günler hep geceyi kovaladı. birçoğuna şahitti gözlerim. birçoğuna şahitliğinde en çok hırpaladı belki de kendini. oysa hırpalamadan aynı sona farklı yüklemler bezemekti ümidi. belki de acısı, bu sebeple tatlısından daha da hayaldi hayallerinin. ama en nihayetinde en güzel yalandan daha da yalan bir gerçek kadar ufaktı sebebi. hepsinin doğuşu, aynı kandırmacaya yol olmuş bir yolculukta kandırılmıştı en çok. bu hayalin de bir sonu olacak elbet. gözlerime perde indiğinde değil, gözlerime perde çekildiğinde. bilirim ki düşünceler kurşun geçirmezdir. bilirim ki düşünceler ağlamaz, sızlamaz. onların boynuna karamsarlık yükünü bağlayan da elbet insanlığımıza yenilişimizdir. ama biliyor musun aynadaki adam, hiç şikayet etmiyorum. acı en büyük gerçektir. sadece var olan şeylerin acısı duyulur, kaybetmişliğini sanmışlık ağrısını bir insanlığa yenilmişlik kandırmacası sarmalasa bile. yitirmeleri yitirmek yolunda aralanan tek kapı, umuda açılan bir işkencedir. bu sebepledir ki acıyla büyüyen umut da yitilmedikçe, işkence de uzar.

    gün, geceyi inletirken; sızısını ellere bağışladığı bir karmaşada kaybettiği vurdumduymazlık, üşüyen huzuruna ürperen bir titreyiş konduracak kadar da sıradandı. her şey her daim olmanın tekdüzeliğinde, aykırı bakışlarını bağışlamışçasına kaderine boyun eğmişti. aslında hükmünü önce kendi giymişti. bunun farkındalığında suskunluğu ise, gözlerinin ufkuna astığı hayallerinin gölgesinde; istemek ağrısına dem vurmaktansa, istenmek belasına bel bağlamaktandı.

    28.02.2009
    17:33
    uğur yaman
    0 ...