"özlemek seni kabuslarla bir bütün, işte o zamanlar kendimi de bıraktım büsbütün..."
bir süredir zihnime kazıdığım cümlem oldu. sensizliğe mahkumiyetimi onaylayan şakaların, kabuslarım oldu. bir garip haller içindeyim. düşlerimin pembesinin solduğu karanlıklarda, sensizliğin koynunda uyanıyorum. senden yoksunluğumu unutup hepten mahrum kaldığım kabuslarıma kızıyorum.
bazen de başkalarına acırken yakalıyorum kendimi. özleyenlere, terk edilenlere, hasret çekenlere yoldaş olup dertlerini dinliyorum. kendimin de asker olduğunu unutuyorum çoğu zaman. farklı hayatlarda kendimden bir şeyler ararken, birçok farklı hikayenin öznesi olduğumu göremiyorum nedense.
bu garip sisteme ayak uydururken yüzlercesi, nedense yol olarak nizami detayları dışlıyor. ayak uydurmak denen hadise dahi, herkesin eşitlendiği ve yaşam unsurlarının kısıtlandığı bu hengamede merkantalizmden gaz almış. nereye baksam çirkin yüzler görüyorum. sahtesi makyaj gibi yüzlere boyanmış gerçeklerin iğrençliğinden midem bulanıyor. geri çekiyorum kendimi. soyutlanıyorum bu öteki dünyadan. ama yine de görünmez adam olmayı beceremiyorum.
insanlara ve insanlığa eskisi gibi bakamayacağım muhakkak. değişimimin hızlandığını görebiliyorum. birçok penceremi kapatıyor, birçok yeni pencere açıyor ve var olan pencerelerimin ufkunu da genişletiyorum. tüm bu nizami karmaşanın dolaylı olarak insanlara yeniden öğrettiği insanlığın kendisi, sızısını bağışlanamayacak kadar kimliksizleştirdiği yutkunamamaların gerisinde kuytularını kaybetmiş olmanın anlamını biliyor. belki de bu yüzden buraya "öteki dünya" diyorum kim bilir...
zaman, her zamankinden daha acımasız. ama gösterişsiz şeyler bahşediyor. çok şey alıp hiçbir şey vermemiş gibi görünse de, elinde olanların ne kadar gerçek olduğunu sınamaya yardımcı oluyor. bir "ben" varım "sen"den öte, bir "sen" varsın "ben"den ziyade...
karanlıklar kaybetmesin umutlarını! yansın çıkmazların ve dönsün gecelerin sabaha. ama sen yine de ruhunun üstünü açık unutma! ruhuma sarıl.