Bugün ikinci günüm. Bu mahşeri kalabalığın içinde kalabalık yalnızlığımda düşündüğüm sensin. Bugün az da olsa sesini duyabildim. Ama sanırım burada "azlık" ve "çokluk" kavramlarını yeniden anlamlandırmak gerek. Zaman zaman tuvalete gitmenin, sigara içmenin, çay içebilmenin bile mümkün olması için izin almak gerekirken; en basit şeylere dahi özlem duyarken insan, coşkularımın çıkmaz sokağının sonunda özlediğim sensin. Geçen iki günümde en güzel şeydi seni duymak. Bir annemi aradım bir de seni. Nasıl da girdin hayatıma böylesi... Açıklamak bile tesadüflerin mucizelerini işe katmadan çok zor.
Bu aşılmaz duvarların, görülmez sınırların ve istila edilmedik köşelerimin -kalbimin- kanatları altında büyütebildiğim yegane şey, sana olan hislerim ve tükenmek bilmez heyecanım. Birçok insan tanıdım arkada birini bırakmamak için ayrılan ve bu yükü üstlenmek istemeyen. Sanırım yaşamadan anlaman zor. Şu anda bu koğuşta sana bu satırları yazarken alay konusu olduğumu da düşünürsek, bu kalabalıkta yalnızlık yaşamam, canımı acıtmak yerine beni mutlu ediyor. Bu insanlarla aynı olmamak, bu insanlarla aynı seçimleri yapmamış olmakbeni mutlu ediyor. Korkulara ve kemirgen hislere yenik düşüp birkaç senelik ilişkilerini sonlandıran insanlara inat, bu sahipsiz hiçliğimde duygularıma ve sana sarılmak, beni "ben" yapıyor.
Bana rengini sormuştun ve sana "sarı" demiştim. Böylesine koyu renkli özlemler, sarı rengini daha çok arzuluyormuş. Bir yandan içimde büyürken sen, diğer yandan sensizliğe mahkum olmak, sanırım canımı en çok yakan şey olacak. Ama diğer yandan da başıma gelen en güzel şeylerden birisin. Birazdan ışıklar söner ve gözlerimin ufkuna asılmış hayalin biraz daha netleşir. işte o zaman biraz daha mutlu bir adam olurum. Senle dolup taşarken, sana biraz daha yakın hissederim.