öğrenciysen ve kar yağıyorsa, yer yüzünün herhangi bir yerindeki pazar gününden farksız olan gündür. fantezi yapmaya gerek yok arkadaşım. (editfaction: kar yağışı)
aslında başlık da "istanbul daki bir öğrencinin karlı bir pazar günü" gibi bir şey olabilirdi, ancak bu mantık ve karakter sınırlarını zorlayacağı, ve de bu konuyla alakalı açılmış milyonlarca başlıktan biri olacağı için halihazırdaki başlık tercih edildi.
**
türkiye de öğrenci olmanın hayata kattığı bir artı da, dersler harici yapacak hiç bi işiniz olmamasıdır. ne biliim bi kanada da, bi iran da bile okusak, eminim çok konuda pratik yapma şansımız olurdu. burdaysa pratiğini yaptığımız tek konu tüketim.
işte böyle bomboş geçirdiğim bi hafta sonuydu. kalkıp dışarı baktım, kar bostancıyı rehin almıştı. meteorolojiye gülüp "yağmasa da çıkmayacaktım aq, eheh.." gibi ukala bi tepki verdikten sonra, dalga geçen değil geçilen olduğumu anladım, yan komşudan çarptığım wireless hayata küsmüş, kaçak sözlük aşkım da yalan olmuştu. "ah harika, bir bu eksikti, damn it.." gibi hollywoodvari bi cümlenin akabinde kahvaltı hissi uyandı bedevi bedenimde.
buzdolabının rafları ortalama bi öğrenci evi için hiç de fena sayılmazdı; zeytin, peynir, neden orda olduklarını kendileri de bilmeyen damsız bir grup marul.. biraz daha kurcalasam domatese bile ulaşabilirdim. ama bu heyecana dayanamayacağımı düşünüp eldekilerle idare etme kararı aldım.
hepsini bir araya toplayıp yıkar gibi yaptıktan sonra, kpss den 87 almış müstakbel bi kamu görevlisi kadar mutluydum.
sofrayı kurdum, tv nin karşısına kurulup saçma sapan bi sabah dizisi açtım. tam ekmeği bölüp yakıt ikmaline başlayacaktım ki, ortalıkta bölünecek bi ekmek olmadığını farkettim. ama dün akşamdan kalmış bikaç dilim vardı, hatırlıyordum. buralarda bi yerde olmalıydı..
bir "hadiii.." çekip, dört yanı mamur düzeneği kurduktan sonra bir de ekmek keşfine çıktım evde. sonra bir an, sabah erken kalkıp işe giden ev arkadaşının hayallerimi kahvaltıda tüketmiş olduğu düştü fikrime. hayır hayır olmamalıydı böyle bir şey, bi de ekmek almaya çıkmamalıydım bu öküz öldüren soğuğunda. bir taraftan ekmeği ararken, bir taraftan da dağarcığımdaki tüm sövgüleri paket halinde sunuyordum arkadaşıma ki, masanın bi köşesine sinmiş olduğunu farkettim aradığım şeyin. sövgülerimi de arkadaşımın gelecekteki hatalarına sayıp oturdum sofraya.
ulvi görevimi yerine getirip ortalığı da toparladıktan sonraki ilk işim, mahkum olduğum harddiski umutsuzca kurcalamak oldu. menüde, en orjinal saçmalıkları bünyesinde barındıran war of the worlds, milyonlarca defa izlediğim enemy of the state ve bir kaç sezon himym den başka pek bir şey yoktu. sonuncuyu tercih ettim.
bir süre pc de takıldıktan sonra tv ye dönecek gibi oldum, lakin ilk iki zapımın ürünleri on kadın gibi bi geri zekalılık abidesi ve tabiri caizse teletabiler olunca, sadece tv yi kapatmak değil, kumandayı parçalasam da tatmin olamayacağım bi öfke edinmiş vaziyetteydim..
günümün kalan kısmı, önceki günümün kalan kısmından kopyala yapıştır metoduyla temin edilmiş halde geçti.
farklı olan tek tarafı, akşam stajdan dönen arkadaşımın kulunçlarını ezerken estirdiğim romantizm fırtınasıydı.
- vay be abi, şu aloe vera kokusu 2-3 yıl öncesine götürdü beni. ne güzeldi, lisedeydik.. her gün bi başka sevda, bi başka macera. bazen zamanın küçük bi fotoğrafı, bazen de sahipsiz bir nağme alıp götürüyor insanı, ne dersin?
cevap inanılmaz ilgiliydi;
- uuahh, yea, şulları da ovsana biraz.
borcumun bi kısmını kapattıktan sonra, ışığı kapattım.