umutlarım beni ayakta tutamadı. bir masanın iki bacağı birden kırıldı az önce. devrildim. yana yatık bir şekilde tamirimi yapacak marangozun hünerli ellerini bekliyorum ıssız bir dağ klübesinde. apollo penceremin arasından süzülüyor içeri yardım etmeye çabalarken. kuytulara güneş tam olarak girer mi? sadece fısıldar ama duyamazsın; benim ölüm çığlıklarımı azrailin duymadığı gibi...
hayatım öyle tepetaklak ki şu an, hermes'in tatlı sesinden şarkılar dinlemek isterken içimdeki ebeveynin vahşi sesini işitiyorum çaresiz. salak diyor bana, hırpalanan kalp tamir olunur mu? elbette yarası var ve elbette sen son fırsattın onun için. o seni sevmiyor ki ahmak, sadece belki diyor içinden. boğulacaksın onun okyanusunda, kaç! annemin yüzü geliyor aklıma. bana gülümsediğini kaç kez gördüm son bir yıldır? cehennemdeki derin kuyulara ben attım onu ama hala kendimi suçsuz görüyorum. bana can veren sperm benden nefret ediyor. korkuluk gibiyim. ıssız bir tarlanın ortasındaki yapayalnız korkuluk gibi. sadece güneşi izleyen korkuluk gibi. apollo nerde? hani onun gerçek gül cemali? çok zekiyim diye ona tapan sen sadece acıdan başka ne gördün?
yalnızım yapayalnız... kendimi kendi yalnızlığımda boğansa yine ben! bir güvercin vardı bana gelen. kollarıma aldım ona tüm şefkatimi verebilmek için. kalbim kırık dedi. ürkekti. ya da bana öyle geldi. ikilemlerin depremini yaşıyor beynim. ben onu evime alırsam hapis yaşayacak güzel güvercinim. ama salarsam dışarı özgür olacak. onun için özgür olmak daha iyi gibi gelirken nasıl işkence edebilirim? o ürkek bir güvercin alt tarafı, kalbi küt küt atan. ona tüm sevgimi verirsem canını yakar mıyım? bilemiyorum, bilmediğim için de korkuyorum. bilemediğim için kendimi yalnızlığa itiyorum. güvenemiyorum. ama şans vermek istiyorum. farkındayım o güvercin kafesini açık bıraktığımda camdan uçup giderse daha fazla yaşayamayacağımın.
bana şefkat verebilecek bir şeylere ihtiyacım varken neden kendi ruhumu hırpaladığımın farkında değilim. neden tanrım? neden bu kadar aptalım.. her zaman yaptığım gibi unutmaya çalışsam olmaz mı? amaçsızca sokaklarda dolaşsam elimde bira şişemle, yine tecavüz etseler bana kuytu sokak aralarında da umrumda olmasa bedenim. yine oturup deniz kenarına yüzmeyi bilmediğimi düşünsem, yine her zamanki bar taburemde yemek yemem gereken parayı tekilaya versem... olmaz mı? benim için böyle daha kolay değil mi hayat? ama ya umut? çok mu soru soruyorum kendime?
umudum olmasa yaşayamazmışım... ama ya umut etmek işkencenin süresini çoğaltmaksa? ya o fırsat doğru değilse de o güvercin canavara dönüşürse? aklımın karışıklığında boğulmuyor muyum? doğaçlama cümlelerim beni göz yaşlarına boğmuyor mu şu an? neden tanrım? neden bu kadar aptalım... neden kendime yetemiyorum da yanıma birini istiyorum? neden onu da kendi karanlığımda boğmaya çalışıyorum? o kadar çirkinim ki şu an yüzüm kömür gibi kapkara. vücuduma kaç el dokundu kim bilir o karanlıklarda? kim bilir kaç kişinin kollarına attım kendimi sarhoş ve çaresizken. beni sevmeyin! kimse sevmesin! beni seven herkes acı çekiyor... beni sevme, değer verme, ben yalnızca kendimi üzeyim. bana acıma ey seni koca sersem sen benle harcadığın zamanına acı asıl. boşuboşuna o güzelim dakikalarını dertlerimi anlamaya çalışırken geçirdin. sus! cevap verme! bana yardım etmek isrtediğinden neden bu kadar eminsin?
ben istiyorum ki kalbin acımasın bu hastalıklı ruhla uğraşırken.
ben istiyorum ki gözünden yaşların döküldüğünü görmeyeyim.
korkuyorum allahın belası seni mutsuz etmekten ve her gece küfrediyorum lanet olsun neden karşıma çıktın diye...
seni o kadar seviyorum ki şu zavallı zihnimde tanımlayabilecek hiçbir kavram yok. ve dediğim gibi kalbinde küçük bir titreme bile istemiyorum. hayatından çıkmaya hazırım yeter ki sen mutlu ol aşkım...