Veysel Karani Hazretleri
- Veysel Karani Hazretleri (Göz Yaşartan Bir Hikaye)
Mübareğin çok yaşlı bir annesi vardır. Hem kör, hem de kötürümdür. Veysel Karani onun eli ayağı, gözü kulağıdır. Yedirir, içirir, yıkar, paklar. Kadıncağıza bebek gibi bakar. Ne derse, ama ne derse yapar. En olmayacak arzularını bile ikiletmez. Bir yüz ifadesinden bin mânâ çıkarır ve hepsini de getirir yerine. Tabiri caizse, anasına kölelik eder.
Veysel Karani Hazretleri haram bilmez, yalan söylemez. Hoş, sahrada bir başına dolanan böylesi bir insanın günaha girme şansı da azdır ya. O, gün boyu zikreder, af diler. Ümmet-i Muhammede dua eder. Ama en bilinen özelliği Allah ve Resulüne duyduğu tarifsiz aşktır. Veysel Karani nin tek arzusu vardır. Yüzü suyu hürmetine kainatın yaratıldığı görebilmek. Efendimizi düşündükçe burnunun direği sızlar, yüreği bir hoş olur. Yumruk iriliğinde bir şeyler gelir, oturur boğazına. Hani o, anlaşılamayan ve anlatılamayan şeyler.
Ve gün gelir muhabbet ve Muhammed kelimeleri yüreğinde buluşur, dışarı taşar. Efendimizin hasreti kor olur, ciğerini yakar. Onu bir kez, ama bir kez görebilse, bir solukluk olsun sohbetinde bulunabilse ve adına sahabe denilen kutlu kadroya katılabilse...
Annesi itiraz etmese de, bu yolculuğa razı değildir. Omuzlarını kaldırıp boynunu büker. Mahzun bir üslupla istiyorsan git! der,Git bakalım, beni kime emanet edeceksen? Doğrusu onu bırakabileceği kimse yoktur. Bu yaşlı kadına incitmeden kim bakabilir ki? Onun nazını kim çeker sonra?
HASRETiNi YÜREĞiNE GÖMER
Üveys hasretini yüreğine gömer. Bir daha bu konuda tek kelime etmez. Ama o günden sonra daha fazla ağlar, daha fazla yalvarır. Aşkını kayalara, kumlara, anlatır. Kuşlarla, develerle dilleşir, serin seher yeliyle selâmlar yollar Haremeyne. Ve ufuklar perde perde açılır, dağlar çekilir aradan. Artık o günboyu ibadet eder, sürüyü melekler bekler. Hayvanlar mı? inanın muma döner.
Evet Üveys, Allah Resulünün muhteşem sohbetine (madde planında) erişemez, ama mânâ aleminde çok şeye kavuşur. Efendimizle aralarında imrenilecek bir dostluk başlar. Hoş onlar için mesafelerin ne önemi vardır. Öyle ya alan uygun, veren olgun olduktan sonra feyz nehir olur akar.
Serveri Kainat zaman zaman mübarek yüzlerini Karen taraflarına döndürür ve Yemen cihetinden rahmet rüzgarları esiyor buyururlar, ihsan ve iyilikte Tabiinin en iyisi Üveys-i Karnidir!
MÜJDELER
Yine Efendimiz buyururlar ki: Ümmetimden bir kimse vardır ki, Kıyamet günü Rabia ve Mudar kabilelerinin koyunlarının kılları adedince insana şefaat edecektir. (ki bu iki kabile sürülerinin çokluğu ile tanınırlar)
Eshab-ı kiram sorar:
- Ya Resullallah kimdir bu nasipli?
- Allahın kullarından biri.
- Peki adı nedir?
- Üveys!
- Ya memleketi?
- Karen!
- O sizi gördü mü?
Efendimiz mânâlı mânâlı gülümser, Baş gözü ile hayır! derler. Sahabeden Hayret! diyenler olur, Size böylesine aşık olan biri nasıl oluyor da koşmuyor huzurunuza? Efendimiz izah eder: - Onun gelmemesi de bana olan bağlılığındandır. ihtiyar bir annesi vardır. iman etmiştir. Ancak gözleri görmez, hareket edemez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, kazandığını annesine harcar
Hazret-i Ebubekir sorar:
- Ya Resulallah biz onu görür müyüz?
Efendimiz mübarek kafalarını ne yazık ki hayır manasında sallar, Sen göremezsin buyururlar, ama Hazret-i Ömer ve Hazret-i Aliye dönüp müjdeyi verirler: Onu, siz göreceksiniz! Sonra bir bir vasıflarını tarif ederler ki, bu işaretlerden biri avucunun içindeki gümüşi beyazlıktır.
Aşık için zaman geçmez derler, ama aradan yıllar geçer. Hani o dakikaları asırlaşan yıllar... Efendimiz hayatlarının son soluklarını aldıkları demlerde mübarek hırkalarını çıkarır ve Bunu Üveys-i Karniye verin! buyururlar.
Resullullah ın (Sallallahü aleyhi ve sellem) dar-ı bekaya göçmelerinin ardından Hazreti Ömer ve Hazreti Ali yollara düşer, Veysel Karani;nin izini bulurlar. Ahali böylesine şerefli iki kimsenin böylesine köhne bir yeri ziyaretine mânâ veremez. Hele Üveys i arıyoruz! cümlesine çok şaşırırlar. O divanenin tekidir derler, insanlardan kaçar. Kimseyle konuşmaz, kimseye karışmaz. Ağladıklarımıza güler, güldüklerimize ağlar. Neşe nedir bilmez. Aradığınız sakın başka biri olmasın!
Hazret-i Ömer dikkatle dinler, Bilakis! der, Aradığımız o olmalı!
Karenliler iki şanlı sahabenin önüne düşer, onları Arne Vadisine getirirler. Veysel Karani yi namaz kılarken görürler. Develer akıllı uslu dolanmakta, çobanlarını üzecek hareketlerden sakınmaktadırlar. Namazı biten Üveys misafirlerine döner. Hoşgeldiniz der. Hazret-i Ömer önce müsafaha eder, sonra gülümseyerek sorar Kimsin sen?
- Abdullah! (Allah ın kulu)
- Evet hepimiz Abdullah ız, ama seni ne diye tanırlar?
- Üveys derler.
- Sağ elini açar mısın?
Açar. Efendimizin belirttiği işaret ayan beyan ortadadır. Büyük sahabe Ben Hattapoğlu Ömerim der, Arkadaşım Ali bin Ebu Talip!
Vadiyi kısa ama mânâlı bir sessizlik kaplar. Sükutu yine Hazreti Ömer bozar: - Efendimiz sana selâm ettiler ve mübarek hırkalarını gönderip buyurdular ki Alıp giysin, ümmetime dua etsin!
BEN GÜNAHKARIN BiRiYiM
Veysel Karani ağlamaklıdır. Şaşkınlıktan titreyen bir sesle Ya Ömer der, Ben aciz ve günahkar bir kulum. Sizin aradığınız başka Üveys olmasın?
Hazret-i Ömer Hayır sensin! buyurur. Zira Efendimiz çizgi çizgi eşkalini verdi ve sen tamı tamına uyuyorsun buna.
O büyük mücahide, o koca Ömere itiraz ne mümkün. Hele müjdenin böylesini getiriyorsa.
Üveys-i Karani mübârek hırkayı hasretle koklar, (ki ziyaret edenler iyi bilirler, Efendimizin gül teniyle ıtırlanan Hırka-i Şerif aradan geçen asırlara rağmen tarif edilemeyecek kadar güzel kokar) sonra yüzüne gözüne sürerek bir kuytuya çekilir. Mübarek alnını toprağa koyar ve ağlayarak yalvarır. Ya Rabbi der Bu ne nimettir. Yüzü suyu hurmetine kâinatı yarattığın Server benim gibi bir acizi hatırlıyor ve mübarek hırkalarını Ömer ve Ali gibi iki güzide sultanla bu günahkâra yolluyor. Senden bir tek dileğim var: Ümmet-i Muhammedi affeyle. nolur. Bu hırkanın hakkı için!
Gaibden bir ses gelir. Şu kadarını sana bağışladım. Haydi giy hırkayı!
- Hepsini ya Rabbi! Hepsini.
- Şunları, şunları, şunları da bağışladım.
- Diğerlerinin hali nolacak Ya Rabbi? Nolur, hırkanın ve hırkanın sahibinin hatırına...
HIŞŞT BAKSANA GiDiYORLAR
Tam bu sırada Karenlinin biri gelir ve o muhteşem huzuru bozar. Misafirlerin dönmeye niyetliler diye ikaz eder güya, Onlara diyeceğin bir şey yok mu?
Veysel Karani Ahh! der, Ahh bu hali bozmayacaktın işte. inanın az kalmıştı. Bütün ümmeti Muhammed affedilmedikçe giymeyecektim hırkayı.
Aradan günler geçer. Karenliler şaşkın, hatta pişmandırlar. Öyle ya, elinin altında Üveys gibi bir cevher olsun da, sen onun kıymetini bilme. Ama bu kez mübareği hurmet ve ilgiyle bunaltırlar. Huzurunda el pençe divan durur, ısrarla nasihat isterler. Hele bazıları aşikare keramet bekler. Veysel Karani gibi mütevazı biri, ilginin böylesinden sıkılır. işte tam o günlerde biricik annesi vefat eder ve onu Karene bağlayan hiçbir şey kalmaz. işte şimdi yollara düşebilir.
Mübâreğin ilk hedefi elbette Haremeyndir. Önce hacceder, sonra Medineye gider. Ancak o münevver şehrin hüzünlü yüzünü görür ve Resullulah ın yaşamadığı Peygamber beldesinde duramaz. Çeker çarığını, yürür uzaklara. Bir ara Basra da eyleşir, bir ara Kufe ye yerleşir. Yine eskisi gibi deve güder. Aç kalır, açıkta kalır. Horlanır, aşağılanır. Garip bu ya milletin gücü hep ona yeter. Hatta ufacık veledler bile sataşır, taş yağdırırlar. Büyük veli, çığlık çığlığa saldıran afacanlara gülümser olur ayaklarımı kanatacak kadar büyükleri atmayın der, Abdestim bozulmasın e mi? Zira o güne kadar bir kez olsun abdestsiz basmamıştır zemine.