ilk işime başladığım zamanlardı. bi otelde barboyluk yapıyordum. personele doğru sarkıtlar oluşturan abazan şefler, diğer departmanlarda müdürlük yapan kartonoz karılar, bu karılarla kırıştıran erkek müdürler, 'kıro olsun çamurdan olsun' mantığına sahip rus şırfıntılar.. uzayıp gidiyo böyle liste. işte bu listenin kenarda köşede kalmış, silik, aptal bi karakteriydim.
tüm bu iğrençliklerin arasında, zombiler içindeki milla kadar bahtsız, bi o kadar da tatlı duran bi kız vardı. hiç unutmam, nazlı'ydı adı. kızgın kumlardan serin sulara atlama anındaki hazzın vücut bulmuş haliydi bu hatun.
ben tabi teenageliğime doymuyorum o sıralar. cinselliği yeni keşfetmiş, akabinde de hayat felsefesi olarak benimsemişiz. öyle bi duygusallık, efenime söyliim bi kadın ruhundan anlama falan hak getire.. varsa yoksa eliza, emmanuel..
bu arada her sabah da hatunu görüyorum. lakin dilim damağım kuruyo karşısında, bi günaydın bile diyemiyorum.
birdi ikiydi derken, bastım bi gün iltifatı. 'sen de olmasan çekilmiicek şullar' dedim. o da klasik bi kız cümlesi olan 'saol yaa, ihtiyacım vardı buna' yı kurdu benim için.
mutluydum. ne de olsa zamanı gelmişti. ben de bir gençtim ve eşraf nasıl çatır çatır kız kaldırıyosa, işte ben de kaldırıyodum. bir kaç gün yüzümde sünger bob un gerizekalı tebessümüyle dolaştım.
dedim ya barboydum ben. vital bar adında, içeriği de adı kadar saçma olan sikindirik bi bardaydım. o otelin sürgün yeri yani. meyve çayları, domates-salatalık suyu falan servis ediyoruz akşama kadar. yalnız güzel bi yanı var; iznim olmadan hiç bi personel gelip bişeyler içemezdi ordan. ben de bunu koz olarak kullanırdım tabi, 'yemek getir, tipten kayır, dükkana iki dakka bak da bi helaya gidiim' falan. bir de, nazlı ya bedava içecek desteği.
bu hukukumuzdan mütevellit her sabah gelirdi nazlı bara. yoo, muhabbet neyin etmezdik, çayını aldığı gibi kaybolurdu. neden sonra anladım ki; skinde bile değilmişim ben, sede çay için gelirmiş bu kız. eheh.
neyse sadede gelelim. yine bu sabahlardan bi sabah, kız yüzünde bi solgunluk, ne biliim bi sıkıntılı geldi bara. yine çayını alıp elektron hızıyla dönecekti ki, müdahale ettim:
-nazlı, nen var senin?
+ ya karnum aaruyo buraz..
- niye, nooldu ki?
+ ya, hastayum iştaa..
-niye, nooldu ki?
+ (acı bi tebessümle) işte, kızlara özgü bi hastalık..
- ıhıh, çok şakacısın. niye, nooldu ki?
+ ya.. neyse görüşürüz.[bsg ya..]
- [smurf..]
zaten saçma gayretlerle ilerlemeye çalışan diyaloğumuz, salaklık eseri bu ölümcül darbeyle tarihin tozlu raflarındaki yerini aldı. görüşmedik bi daha. olayı arkadaşlarıma açtığım an, onların 'orman tecavüzcüsü' kahkahaları arasında, 'cinselliğin sadece çiftleşme olmadığı, ince ayrıntıları da bünyesinde barındırdığı' dersini çıkardım hikayeden.