bir tanesi "hayat boka sarıyor." dedi durup duruken...
tam da günün orta yerinde ve galata köprüsü'nde... sonra anlatmaya başladı...
"bak" dedi "babalarıyla, balık tutan oğullar azaldı, galata eskisi gibi izmarit yapmıyor. midye, yem tarihte kaldı ve çapari yapmışlar da sallıyorlar... bir olta hariç"
sonra uzun bir süre o olta oldu gözümde hayat...
battı-çıktı, tuttu-kaçırdı, dağıldı-toparlandı... nasıl da tutsak ediyordu hayat, insanları kendine? zokayı yutan yutana hani.
nasıl da kanatıyordu bizleri, ne kadar kusursuz bir avcılık yeteneğine sahipti ki kurbanlarını 3er, 5er avlıyordu ve sonrasında bir yoğurt kovasına hapsedilişlerini keyifle izliyordu.
tam bu sırada yakınlarda bir restorandan bir şarkının sesleri yankılanıyordu "nerelere gideyim? kara bahtım gülmeye. ben küskünüm feleğe, düştüm bitmez çileye..."...
bu yetmişti anlamama gene üstüme oynadıklarını. sahi adam, balığa gelmemişti, gelmeyecekti ve özlemiştim oysa... sesin geldiği tarafa yöneldim ve oltaları, hayatları seyrettim... bir arkadaşımın yoğun ikazına rağmen, buzlu rakı sipariş ettim. sonra bir tane daha... akşam olmuştu ve şehir gene hüzne yenik düşmüştü, matemine bürünmüştü belki kendince. halk arasındaki deyimi ile akşam olmuştu işte...
sonra mekanın da boş olmasının etkisiyle "ben küskünüm feleğe" isteğinde bulundum... "ben ne ettim feleğe, verdi bana bu derdi..." yürüdüm sonra, galata'dan, eve... ömrümün bir tarafından, bir diğer tarafına... ve en acısı bu sefer balıktan dönmüyorduk, elini, omzumda hissetmiyordum ve artık çok daha çabuk yoruluyordum. oysa sen, birkaç gün önceki yarı evlenme teklifi mahiyetli konuşmamdan dahi bihaberdin.
tanım: kendilerinden emin, ne istediklerini bilen mahlukatlar bunlar... insan değillerdir. zira hiçbiri o kadar komplike kötülükler düşünemez. bir zararları varsa dahi düşünmeden, kasıttan uzak vuk'u bulan şeylerdir.