film fantastiktir her şeyden önce. tabiki bu nedenle fazla sorgulanmamalı. mantık aramaya çıkan gitsin tübitak denetleme kuruluna katılsın zaten. yani bebek ebatında doğup yine bebek ebatında ölme sahnesi çok irdelenmemeli. yaşlar arası geçiş sahnelerine bakın mesela; muhteşem. yaşlıların halet-i ruhuyesini bundan daha iyi analiz eden başka film izlemedim. filmdeki en can alıcı sahne ise dünyaya geldiği gün ihtiyar suratlı doğduğu için huzurevinin önüne terk edilen bebeğin yıllar sonra tekrar babasıyla karşılaşması ve babanın artık hastayım, beni affet, düğme fabrikamı sana bırakacağım demesine benjamin'in ''al düğme fabrikanı götüne sok bakışları'' dır. yani konuşsa ve sövse bu kadar tesir bırakırdı ancak. ama bebekken, yani savunmasızken terkeden o babasını, son nefesinde sırtına alıp verandaya uzatması, güneşin batışını izlemesi enfes bir sahnedir. yumruk gibi iner seyircinin midesine. yaş dönemleri makyajları süperötesi zaten. eleştireceğim tek nokta yaşlılık günleri gereğinden fazla uzun tutulmuş, bölüştürülebilirdi. bu nedenle oscarı alamadı zaten diye düşünüyorum. yoksa film aman aman uzun değil. yani tabiki çocukluk günleri uzun işlenmemeliydi ama ne bileyim orta yaşların geçtiği kareler uzun tutulabilirdi. bu arada akademi her savaş filmine (ikinci dünya harbi, vietnam vs.) değinene bir oscar veriyoruz geleneğini de bu filmle sona erdirdi. bir de sürekli şu ''bana daha önce yedi kez yıldırım çarptığını söylemiş miydim?'' diyen amca yok mu? öldürdü beni ya...
edit: güneşin batışı değil doğuşuymuş. bu önemli bilgi için hasss bin'e teşekkürler :)