sana mutlu bir son hazırladım

entry13 galeri
    7.
  1. #6861382 no'lu entry'nin devamıdır.
    --tanrı seni çağırıyor--
    elimdeki kağıda bakıyordum. daha doğrusu üzerinde yazılı olan isimlere. on iki isim vardı hangisinden başlamalıydım. ama bunlardan önce dükkanı dekore ettirmeliydim. kime güvenebilirdim? kimseye! kendim yapmalıydım ve zamanım kısıtlıydı. hemen başlamalıyım.
    ___

    (bir ay sonra)

    dükkanın tadilat işi bitmişti. yan dükkanını deposuyla satın aldım. depoya büyük bir dondurucu koydurdum. deponun her tarafı fayans ve kalebodurla kaplandı. ortaya demir bir masa koydum. demir bir dolap da bir duvara yaslıydı. içini işime yarayacak malzemelerle doldurdum. dikkat çekmeden giriş çıkış yapabilmek için diğer dükkanı da otopark yapmıştım. en önemlisi depoya gizli bir kapı ve bu kapıyı kontrol edecek anahtarın yeriydi. onun da yeri belliydi rüyamda gördüğüm dükkanı yapmıştım ve sadece öldürmeye başlamak kalmıştı.
    ___

    bu kutsal görevi bitirmede en büyük engelleyicim polisler olacaktı. fazla dikkat çekmemeliydim, iyi bir insan gibi görünmeli, iyi bir insan gibi yaşam sürmeliydim. bunun için ilk olarak kendim bir sevgili bulmalıydım. aslında hiç de uğramak istemiyordum bir kadınla. aklımda tek kadın vardı benim hep, kalbim tek isim sayıklıyordu sadece: marry. bu sırada kapının zili çaldı.

    sandra: merhaba.
    charles: merhaba.
    sandra: nasıl olduğunu merak ettim.
    charles: iyiyim teşekkür ederim de evimin adresini nereden biliyorsun?
    sandra: hastaneden.
    charles: arayabilirdin?
    sandra: görmek istedim. bunda bile kendini haklı göstermeye çalışıyorsun. ben sadece seni merak ettim, görmek istedim. sen resmen neden geldin diyorsun? insan önce bir içeri davet eder. neyse gidiyorum ben, suç bende.

    sandra arkasını dönüp, gitmeye yeltendi. kolundan tuttum.

    charles: hayır yanlış anladın. teşekkür ederim ilgin için. şaşırdım sadece gelmene. içeri gelsene.

    dedim. sandra biraz düşündü ve içeri girdi. ben ise yeni sevgilimi bulmuştum, kurbanlarımdan biri...
    ___

    herkes buradaydı. artık onlar benim dostlarımdı tabi ki onlar için en iyisini yapacaktım. onlar yeniden doğacaktı. hepsi buradaydı gözümün önünde. bir anda bitirebilirdim. bir yangın, bir cinnet geçirme yeterdi buna ama zamana yaymalıydım. bundan zevk almalıydım. ama hangisinden başlamalıydım? hangisi ilk olmayı hakediyordu? diye düşünürken bir tanesi yanıma geldi. max'ti bu, max wayne.

    max: artık mutlusun.
    charles: aslında her zaman mutluydum. sadece üzüntülü duymak istiyormuşum.
    max: bunu farkında olman gayet güzel.
    charles: aslında kalabalık yerlerden pek hoşlanmam. şu an tebessüm ettiğime bakma fazla.

    dedim gülerek. max de gülerek devam etti.

    max: aramızda kalsın ama ben de hiç sevmem böyle kalabalıkları. yalnızlığı boza tek arkadaş, dost veya sevgili yeter bence de.
    charles: yarın işin var mı?

    max tekrar güldü.

    max: bu bir çıkma teklifiyse eşcinsel değilim.
    charles: hayır hayır sadece yalnızlığı paylaşabileceğim bir dost arıyorum. bir tane yetiyor.
    max: şaka yapıyordum. yarın müsaitim, görüşebiliriz.
    charles: peki, yarın görüşeceğiz o halde.

    dedim gülerek. şanslı kişiyi bulmuştum tabi o henüz ne kadar şanslı olduğunun farkında değildi. hiçbir şey hissetmeyecek sadece tanrı'nın çağrısını karşılıksız bırakmayacaktı, o cennete layıktı.
    ___

    herkes gitmişti sadece sandra kalmıştı. o da ortalığı toparlamama yardım ediyordu. onu da öldürecek olmam trajikomikti biraz.

    sandra: neden bu kadar suskunsun?
    charles: suskunluk da bir konuşma tarzıdır aslında. yani başını ağrıtıyorum lakin sen farkında değilsin.
    sandra: anlamadım.

    dedi, şaşkınlıkla.

    charles: boşver. sen anlat.
    sandra: neyi?
    charles: kendinden bahset. ne bileyim? düşlerinden, hayallerinden, yaşamından...
    sandra: kendi halinde bir kadınım ben.
    charles: sevgilin var mı sandra?

    diye sordum. sanki bu soruyu sormamı bekliyordu. masayı silmeyi bıraktı, duraksadı bir an ve devam etti.

    sandra: hayır eşimi bir trafik kazasında kaybetmiştim.

    dedi ve arkasını döndü. karşısında ben vardım, burnum burnuna değiyordu neredeyse. bir anlık korkunun ardından, kalbinin daha hızlı çarptığını fark ettim; yerinden çıkacak gibiydi. ürkekti ama istiyordu biliyordum. dudaklarına yapıştım, karşılık verdi beklediğim gibi. elindeki bezi ve temizleyici düşürdü, kendinden geçiyordu. ben ise onun kadar heyecanlı olamıyordum. çünkü ona karşı bir hissim yoktu. bu sadece normal bir yaşantı sürdüğümün göstergesi olmalıydı. fazlası ben istesem de olamıyordu. çünkü ben hala maria'a aşıktım.
    ___

    sabah olmuştu. bir kadınla çırılçıplak aynı yatağı paylaşıyordum. uyandırmadan yataktan kalktım, üstüme bir şeyler giyip, kendime bir kahve hazırlamak için mutfağa geçtim. kahvemi yudumlarken telefonum çaldı. sabahın saatinde kim bu dedim içimden ama saate baktığımda saatin iki olduğunu gördüm. bu saate kadar uyuyamazdım ben. telefonu elime aldım arayan max'di.

    charles: efendim max.
    max: nasılsın charles?
    charles: iyiyim teşekkür ederim, sen?
    max: bende iyiyim. bugün buluşucak mıyız?
    charles: evet. kaçta buluşalım?
    max: 10'da public house'da uygun mudur?
    charles: tamam, görüşmek üzere.

    dedim ve telefonu kapattım. arkamı döndüğümde sandra'yı gördüm.

    sandra: kiminle görüşecekmişsin bakalım?
    charles: iş yerinden bir arkadaş. üzerinde çalıştığımız projede bir problem çıkmı hem ona bakarız hem de bir şeyler içeriz dedi de.
    sandra: hmm.. peki.

    dedi ve yaklaşarak bir buse kondurdu dudağıma.

    (public pub - 22:15)

    max'le kararlaştırdığımız gibi buluşmuştuk. her şey çok iyi gidiyordu. kasap dükkanını hazırlamıştım, yanımda bayıltıcı iğne de vardı. şimdi sıra max'i sarhoş edip, arabama bindirmekti.
    ___

    (public pub - 00:15)

    sonunda sarhoş olmaya başlamıştı max. eski hatıralarını anlatmaya başlamıştı artık. nefret ettiğim sarhoş muhabbetleri lafını keserek.

    charles: artık kalkalım istersen?
    max: peki charles.

    hesabı ödedikten sonra max'i ikna edip kendi araba aldım. evine bırakacaktım, ama önce onu bekleme salonuna almalıydım.
    ___

    (dükkan)

    max'i bayıltıcı ilaçla bayılttım. arabayı parka park ettikten sonra max'i arabadan çıkardım. çekmecenin kilidini açtım, düğmeye bastım ve gizli kapıyı açarak depoma indim. max'i demir masama yatırdıktan sonra ayaklarını, ellerini, gövdesini, başını ve ağzını bantladım. bu şekilde hareketsiz kalabilecekti. ve ben işimi daha rahat halledicektim.
    dükkandan çıktım, max orada hem kendi için, hem benim için güvendeydi. sadece yarını bekleyip, geri kalanı yapmak kalmıştı, onu huzura erdirmek...
    ___

    depoya girdim. max ayılmıştı, kurtulmak için uğraşıyordu. çabaları faydasızdı. yanına gittim ve ağzındaki bantı çıkardım, bağırmaya başlamıştı. ama bu da faydasız olacaktı, kimse bizi duyamazdı.

    charles: boş yere yorma kendini kimse bizi duyamaz.
    max: neredeyim ben? ne yapıcaksın bana?
    charles: hşş.. sakin ol. tanrıya giden yoldasın.
    max: ne diyorsun?
    charles: diğer 11 kişinin gireceği yoldasın.
    max: diğer 11 kişi kim?
    charles: kazadan kurtulanlar.
    max: neden?
    charles: sadece tanrı'nın yarım bıraktığı işi tamamlamak için. hem bunu o istiyor.

    bu sırada ben dolabımdan gerekli malzemeleri çıkartıyordum.

    max: tanrı'nın yarım bıraktığı iş mi? o mu istedi?
    charles: evet, o istedi.
    max: tanrı'yla mı konuştun yani?
    charles: evet kulağıma fısıldadı, hatta bağırdı.
    max: delirmişsin sen, yardıma ihtiyacın var.
    charles: oysa ben sana yardım etmek istiyorum.

    dedim. elimde büyük bir bıçakla karşısına geçtim. iyice korktu, ağlamaya başladı.

    charles: hşş.. üzülmek yakışmaz sizin gibi insanlara.

    dedim ve bıçakla dudaklarının bitiminden gözüne doğru yaraladım.

    charles: bak, gülünce daha iyi gözüküyorsun.

    dedim. max ise çığlıklar atıyordu. her kurbanımdan bir anı kalsın istiyordum bende. max'i bu şekilde görünce fotoğraflarını çekmek geldi aklıma. hızlı bir şekilde arabama gittim ve fotoğraf makinemi aldım. max'in yüzü kan içindeydi. max'in yüzünü temizledikten sonra, fotoğrafını çektim.

    charles: bak, zoraki de olsa gülmek yakışıyor insana.

    dedim. max şoka girdi. artık konuşmuyordu sadece ağlıyordu. max'in kulağına eğildim ve şunu fısıldadım.

    charles: tanrı seni çağırıyor.

    dedim ve elimdeki bıçağı göğsüne sapladım.
    ___

    tanrı seni çağırıyor
    0 ...