romeo ve juliet ve moulin rouge şahaneleri, tarihe adını üstün harflerle yazdırmışken, baz luhrmann'ın her işi sabırsızlıkla beklenir olmuştu artık. australia vizyona girmişti. "bu satırların yazarı" klişesinden hazlanmamakla beraber, onu ara sıra kullanmaktan da imtina etmeyen bu satırların çelişik yazarı ne oldu, nasıl olduysa filmi sinemada izleyememişti. ve aradan aylar, mevsimler geçmişti. "neden sonra" klişesinden hazlanmakla beraber ara sıra da kullanan bu satırların yazarı, neden sonra bir gün filmin dividisini almıştı. (korsan) (gereksiz detay) merakla beklenen an gelmiş miydi yoksa? (kolpadan heyecan yaratma mode on) ve evet. 2 saat 38 dakikalık şölen artık başlamıştı. ama o da ne? (yalandan şaşırma efekti) (efektif değil) bu klişeler de nerden çıkmıştı? 1500 tane sığırı bi yerden bi yere götürmek neden bu kadar uzatılmıştı? bu holivut bakışlı oyunculuklar, bu berbat espriler de neyin nesiydi? "neyin nesi" nasıl da ilginç bir kalıptı? yok artık, devamlılık hatası bile var, nasıl olmuştu tüm bunlar? baz luhrmann, ne yapmıştı? şaşırmış mıydı?
hayat işte böyle, acıydı dostum. hayal kırıklıkları her yerdeydi. al işte bak, bu sefer de bir film hüviyetine bürünüp karşıma çıkmıştı. yapacak bir şey kalmamıştı; kayda değer tek bir tiradı, kayda geçirmekten başka..
"ataları her şey için şarkı yapmış. her bir kaya, her bir ağaç için bir şarkı var. ve hepsi birbiriyle bağlantılı. bu yüzden sihirbaz gulapa bunları sırayla söylediğinde dönüşü olmayan yerde bile o şarkılar bizi suya ulaştıracaktır."