tekrar tekrar seyrediyorum, her defasında farklı bir parçası etkiliyor beni. sonra oturup düşünüyorum, sanki gerçekmiş gibi adamları anlamaya çalışıyorum, hatta işi 'şöyle yapmalıydı, o zaman böyle olurdu'ya vardırıyorum.
aynı anda hem kendini öldürüyor, hem de intihar ediyor olma fikri beni rahatsız ediyor, henüz algılayabildiğim bir şey değil. bir insanı öldürmek yeterince kötüyken, bir de bu insanın tüm düşüncelerini, duygularını, korkularını bilip de onu öldürebilmek akıl almaz. sonra öldürülen insanın da kendisi olduğunu hesaba katıyorum, o makineye bilerek giriyor. ve bu bir kere olmuyor, defalarca yapıyor aynı şeyi. korkunç.
gerçi şimdi iki aydır yirmiyi aşkı izlediğim için ana konudan kopmaya başladım. bu aralar aklımı sarah kurcalıyor. 'senin ne olduğunu biliyorum' diyor kendisini sevmeyen ikize. gerçeği bilmek istediğini söylüyor, sevilip sevilmediğini soruyor, ve olumsuz cevap aldığında intihar ediyor.
neden? aslında kendisini sevmeyen kardeşe mi aşık? yoksa ikisi de kendisini sevsin mi istiyor? madem gerçeği öğrendin, kendi kocanla doğru düzgün hayatını yaşa, diğerini de rahat bırak. dışarıya karşı bir şekil işinizi ayarlarsınız, çok zor değil. veya bunca zamandır kandırılmak ağır geldiyse çek git. sonuçta karşında iki farklı adam olduğunu öğrenmişsin, 'sen de beni sev' nasıl bir saçmalıktır anlamış değilim. ne de olsa bir film, mantık hatası falandır diye düşünüyorum, yoksa filmde iyi kalpli kimse kalmayacak.
cutter da günlüğü alabilmek için fellon'un sandığa hapsedilip gömülmesine yardım etmişti. sonra da vurucu sahnelerde ortaya çıkıp 'sen ne yaptın böyle!' diye feryat edip güya ahlâklı geçiniyor.