çam ağacı gabbana armağanı, "kırmızı don giyiniz, güzel olsun hem tahtınız hem bahtınız ", amman alkolü fazla kaçırmayın, işte 1 ocakta yapmanız gerekenler, büyük ikramiye size çıksa ne yapardınız röportajları, seneye görüşürüz, hahhahha, nasıl başlarsan öyle gider, eğlenmezsem çatlarım hastalığı, hindi figürüyle barışamayan bir ülkenin mutfağında pişmeyi bekleyen çelişkili hindiler, noel baba ve geyikleri ve diğer tüm geyikler...
eskiden haftalar öncesinden planlar yapılırdı. yılsonuna nerden çıksak? yılbaşını nerede yakalasak? ki aynı mekan olurdu çoğunlukla. flash kadar hızlı değildik zira. eğlenirdik. çünkü eğlenmeliydik. bazen gerçekten de eğlenirdik. neyse. şimdiyse "yemişim yılbaşını ya, elinize sağlık, çok güzel pişirmişsiniz!" demek bana daha sağlıklı geliyor. bara, pavyona, mekana gitmek? gerenk yok! birkaç arkadaşla evde alkolik muhabbet, tamamdır. aslında en güzeli, evde tek başına oturup film izlemek! yapacam onu ileride! kesinlikle.
uzattıkça uzattım. (bu arada bu da süper bir pekiştirme stilidir lütfü'cüm. "uzattıkça uzatmak". uzattıkça kısaltacak değilsin ya, ya da kısalttıkça uzatacak? türkçe de bi garip değil mi vapurlar filan!) neyse. demem şu ki tüm bu yılbaşı klişeleri içerisinde nazarımda, değerinden hiçbir şey kaybetmeyen-kaybetmeyecek tek bir şey var: yılbaşı döneminde, televizyonlarda milyarder filminin gösterimi.. yani şener şen'in hüznü..
başka da bir şey değil. varsa da şimdi aklıma gelmiyor.