uyandım.
yanıbaşımdaki dünden kalan yemek artığına takıldı gözüm. bir kaç kurumuş pizza dilimi; ucuz bim pizzası. muhteşem bir açlık hissetmeme rağmen, manzara karşısında, iştahla beklediği kemiğin plastik çıktığını anlamış köpek gibiydim. neyse deyip bir dilim aldım, yutkundum boğazım acıyarak. ikinci ve son ufak dilimi ne elim ne de gururum kaldırdı, kalktım.
balkona doğru yürürken ayağım takıldı yerdeki kağıt topuna, düşecek gibi oldum. eğilip aldığım dif notlarını, kötü geçen vize sınavının ardından bana alaycı bir bakış atar halde buldum. finallerde yine muhtaç olacağımı bilsem de, hayatımda bir daha görmek istemezmişçesine en uzak köşesine fırlattım 5 metrekarelik odamın. ve balkona çıktım, gerindim şöyle bir.
çok pahalı bir fahişe gibiydi istanbul havası; soğuk ve cazibedar.
yeni aydınlanan sokakları boş gözlerle izlerken, karşı binadan çıkıp koşturan kediyi gördüm. define bulmuş fukara kadar heyecanlı olan hayvan, ağzında bir şey getirmiş iştahla yiyordu. 'ne işin var lan bu saatte soytarı!' dedim gülerek. sonra, aslında kendime güldüğümü farkettim. nedense tuhaf bi mutluluk doldu bedenime.
isteksizliğin en olgun haliyle içeri çevirdim yönümü. nefesimle ısınmış oda, narkotik bir kokuyla karşıladı beni. lavaboya yöneldim. yüzüme çarptığım soğuk su beni biraz daha uyandırdı. kafamı kaldırdığım an kendimle karşılaştım. ve 23 yaş kırışıklıklarıyla. saçlarımın dökülüyor olduğunu hissettim. 'ne oldu ki, neyi dert ettim' diye sordum kendi kendime. standart bi sabah için çok fazla edebiyat olduğunu düşünüp, daha fazla düşünmemeyi tercih ettim.
mutfağa girdim. amacım kahvaltılık bir şeyler hazırlamaktı. üç günlük bulaşık dağının arasından sıyrılıp dolaba ulaştım. bir kaç zeytin, bir dilim peynir, katı bir dilim ekmek. fazla beklemeden çıktım, az önce havalandırmak için penceresini açtığım odama geçtim. canım çay istedi, kalktım bi demlik buldum. su kaynamaya çalışırken, baskın gelen sabırsızlığımla kahvaltıya başladım. çay olduğunda ben çoktan doymuştum.
bir kupa eşliğinde televizyonun karşısına oturdum. saçma sapan sabah programları ve iç burkan haberler arasında şuursuzca zap yaparken, bi kanalda oyunbozan a rastladım. bu saatte ekranda olması alışılmış değildi. izlemeye daldım. okan ın oyunculuğunu kutsarken yalnızlığımı farkettim. canım sıkıldı, kapattım televizyonu.
işten yeni, son kız arkadaşımdan da aylar önce ayrılmıştım. karşıya her geçişimde simit manyağı yapmayı adet edindiğim martılar haricinde, beni özlemle bekleyen bir şey yoktu dışarıda. henüz soğumamış yatağıma tekrar uzandım. daldım. telefonun şarj uyarısı kendime getirdi beni. 'dur lan şunu prize takiim' derken, öylesine kurcalamaya başladım telefonu. rehbere girdim, kayıtları alt alta okurken, onun ismine takıldım. bir an çok farklı hissettim, tarif edilmez, ama belki deniz anasının gazabına uğrayan şok delisi anlar bunu.
kendisi yan komşumuzun kızıydı. mahalleye yeni taşındığımızda, ablasıyla beraber ilk o gelip çağırmıştı bizi oyun oynamaya. sevimli bi kız çocuğuydu o zamanlar. bana adımla hitap eder, bense aramızdaki tam 1 yaşa istinaden 'abi' demesini isterdim. sırf bu yüzden çocuk saflığında kavgalarımız olurdu. ama hani severdik birbirimizi, samimi arkadaştık sonuçta.
aradan zaman geçti, ergenlik denen garip istasyona geldik. bu istasyonun burun kaldıran atmosferiyle birbirimizi beğenmez olduk, soğuduk karşılıklı. meşhur mahalle baskısıyla da iyice uzaklaştık birbirimizden.
üniversiteyi kazandığımızın ertesi o antalya da kalırken, ben de istanbul yollarına düştüm. hepten koptu irtibatımız. birbirimizi düşünmez bile olduk. sadece arada laf açılırsa, ondan bundan duyuyorduk hakkımızdaki haberleri. yine böyle bir duyum, yakın zamanda hayatında birinin olduğu haberini getirmişti bana vazgeçilmezimin. sonra 'hayırlısı' deyip belgeyi kapatmış, geri dönüşüm kutusuna yollamıştım. ve evet, işte şu an geri dönmüştü düşünceme.
'ne oldu ki, neyi dert ettim' sorusunun da cevabını bulmuş gibiydim. onun yeri hep başkaydı bende. samimi olduğum ilk kız, sevecen komşu, sırdaş, yıllar boyu değişmez oyun arkadaşı.. çocukluk ve gençliğimin temiz varlığı, güzel şey.. ve bir yıl önce, nadir bir eş dost gezisinde gördüğüm ve nedense idrak edemediğim son haliyle, aradığım pek çok şey..
bu edebiyatı başka birinden duysam işçilik harikası küfürler ederdim ona. ama nooluyodu lan, ben böyle şeylere alışık değildim.. ne kadar salakça da olsa, aşık olmanın arefesindeydim.
ve aşık olmuş durumda olacağım ileriki günler için plan yapmalıydım.
kim bilir, belki de şu başkalaşmış dünyanın kaşarları, onların yalakalığıydı bana bu güzelliği hatırlatan.
ve evet biri vardı onun da hayatında ama, belki artık var'dı'.
ne yapabileceğimi düşünmeye başladım. bir kaç yöntem geldi aklıma ilan-ı aşk için, değerli pek çok şeyim olsa da hiç sevgilim olmamış biricik sevgilim için.
tüm yöntemlerden vaz geçtikten sonra, arayıp sesini duymanın iyi bi başlangıç olacağını düşündüm.
ve şarj aletine uzandım, kapanmakta olan telefonu beslemek üzere.