sabah evden ilk çıkan olup kimseye akşam görüşürüz diyemeyen bir insanın, akşam eve geldiğinde kimseyi bulamaması kadar hayattan yoksun hissettirici başka bir durum olabilir mi?
düşünüyorum, sadece düşünüyorum en son ne zaman çok samimi bir arkadaşımla şöyle karşılıklı oturup dert paylaşımında bulunduğumu. etrafımdaki insanların çoğu imkan paylaşma amacında olan, fakat paylaşmak istedikleri imkanları materyalist isteklerle birbirine sunup/birbirinden bekleyen bir kişiliğe sahipler. bu kadar yapay ve karşılık bekler şekilde yürümemeli bu insan ilişkileri.
gün boyunca 4 ilâ 5 saatim telefonda geçiyor. hayır konuşmaya doyamadığım sevgilime olan doyumsuzluğum değil bu(ki kendisini aramama yeminim var). sürekli bi şeyler isteyen insanlara olan yardım çabamdan oluşuyor tamamen. hepsinden bunalıp aradığım 2-3 arkadaşımda soluklanıyorum ancak. farkında değil onlar benim 'napıyosun' deyişimdeki, "gerçekten nasılsın? tıklım tıklım yalnızım.. hepinizi özlüyorum. seninle konuşmaya ihtiyacım var! ben yokum belki de. niye aramıyosunuz? bak ben aramam. biliyosunuz aramam, niye özletiyosunuz? hava fazla oksijenli bugün, yakıyor boğazımı" düşüncelerini.. belki de biliyorlar da yıkmama yardımcı oluyorlar bu konudaki tabularımı. çaresiz çırpınışlarım bir kaç saliselik ne haber içindir.
fütursuzca yanlız yazmak istiyorum bugün yalnız yerine. ben yine tüm kurallarımı çiğnemek istiyorum bu gece. eylenmek istemiyorum, eylemsizce beklemek, hep beklemek, karanlıkta beklemek istiyorum.
yalından gelen yalnız, yanmaktan gelen yanlış. yanarkenki yalnızlıktan gelse ya yanlızlık..
farklı yapıda bir insan olmak benim seçimim değildi. tek amacım birini sevmekmiş gibi hissediyorum bazen. görmediğimi sevip, dokunmadığıma da tapabiliyorum. aşk ya da her ne sikimse adı, tensel temasla başlamadıki hiçbir zaman yapışık halde sürüversin.
ömrümün magması aslında hep soğuk. tek bir gülüş ya da ses tonu ısıtıyor her şeyi. "içime bi şeyler aktı beele" dediğimde şaka yaptığımı sanıyor insanlar da ona gülüyorum ben en çok. içimin akıntılarına son buluyor o hep '4 artı sen' malikhanemde.
sıkıca giyinmeyip, büyük adımlarla yürümek en büyük hobimdir benim canım, canımı yakmak istediğinde. istiyorumki; acısı boğazımda ya da yanışı gözlerimde değil de tenimde hissedilsin dokunan tarafından. dokunmasın o yüzden kimse..
çıldırıyorum bazen. o yanımda olmadığı sürece kahrediyorum zamana, nasıl umarsızca akıp gidebiliyor bu kadar hızlı? kimsenin umurunda değil mi yarımlılığım'ız?
ablamın çocukca oyunları karanlık fobisi oluşturmuştu bende. asansörde zıplayışları da tek başına binmememe sebep oldu hep asansöre. annemin çenesinden, babamın bakışlarından kaçmak için geliştirdim konuşurken göz bebeğine bakarak etrafı süzme yeteneğimi. en sevdiğim kendim, konuşmak zorunda olmadığını anladığı gün ilelebet susabileceğini farkeden kendimdir bu arada.
simsiyah giyinip, camı mamı açıyorum apış esprisine gülmeyen göz bebeklerimin sahtekar kıvılcımına yenik bir halde gülümseyerek. üşümek için karanlığı seçiyorum son zamanlarda, düşünmek için de kalabalığı.
boş konuşup, dolu sustuğum herhangi bir zaman yine. her ne soruluyorsa bana saçma cevaplar veriyor, ufukları taratıyorum gözlerime. bilen deli sanıyor, bilmiyen huni sanıyor başımdaki derdi.
hiçbir şey olmak tercihimdir, herkesin tek bir şeyi olduğum sikimdirik hayatımda.
ganyanı 1 olan 4 maçla 1 misli kupon yapıp, 4'ünden de yattığınızı düşünün. işte o an hissettiğiniz o aptallık duygusu var ya anımsadınız mı? ne için uğraştığınızı, ezbere oynadığınızı, sonunu görmediğiniz-sürprize yer vermediğiniz için ne de kızarsınız kendinize. hah işte o zaman ilk "sürpriz" anlayışınızı sorgularsınız. çöldeki kutup ayısının bedeviye kayması muhtemeldir her zaman, ama ya bedevi zenciyse hocu? rutinliğin akışkanlığı değildir sürpriz. çok da sıçmadan;
tanım : sosyetik bakkaldaki lila pauseların arasında oraya nasıl/ne şekilde geldiği belli olmayan yarısı ezilmiş cino tadında hissetmektir, yalnızlığı.