body of lies

entry51 galeri
    29.
  1. Ridley Scott'ın yeni "tökez"idir.

    Uygar Şirin'den bir alıntıyla başlamak istiyorum: "Geçenlerde SiYAD için Ridley Scott'ın en sevdiğim beş filmini yazmam istendi. Çok kolay oldu, ilk beş filmini yazdım gitti."

    Peki hangilerii Ridley Scott'ın ilk beş filmi?

    Şunlardı: The Duellists(1977), Aliens(1979), "efsanevi" Blade Runner(1982), Legend(1985), Someone Watching Over Me(1987).

    Ridley Scott'da sinemaya yeni başlayan her yönetmen gibi çok parlak fikirlerinin olduğundan emindi. Ancak hem kamera arkasında, hem masa başında bu kadar yetkin bir sanatçı bu kadar büyük bir usta olabileceğini tahmin edemiyordu kendisi de.

    Bazı filmlerinin değeri ilk zamanlar anlaşılamadı( Blade Runner ) , bazıları ise gösterime girdiği anda "başyapıt" olarak nitelendirildi( Thelma&Louise). Ancak bu kez ne karşımızda ne değerini anlamadığımız bir film ne de bir başyapıt var.

    David Ignatius'un ( Tayyip Erdoğanın "one minutes" diye yakınarak söz hakkı istediği moderatör, yazar, köşe yazarı )yazdığı bir romandan uyarlanan "Body of Lies"'ın konusu şu:

    "El Kaide'nin üst düzey kadrosundan bir ismin peşine düşme görevi, Irak'ta deneyimli eski bir gazeteci olan Roger'a verilir. CIA'in görevlendirdiği Roger, bu konuda çok yenidir ve alışık olmadığı şiddet dolu bir dünya ile karşılaşacaktır."

    Hassas içeriği nedeniyle filmin zaten ipte yürüyen bir cambaz konumunda olduğunu söyleyebiliriz. Ridley Scott bir yandan bir edebiyat uyarlaması yaparken diğer yandan dengeleri iyi kurmak zorunda yani. Filmin tökezlediği en önemli nokta da bu.

    Öncelikle, ne kadar aksini yapıyormuş gibi göstermek istese de, film insanlara gizliden gizliye ayrımcı yaklaşıyor. "Eşitçi" bir izlenim yaratmaya çalışarak bunu saklamaya çalışsa da bu gizli ayrımcı yaklaşımı filmin değerini düşürmeye başlıyor. iyi Amerikalı-Kötü Amerikalı klişesi ile vermek istediği politik mesajları yavaş yavaş seyirciye yedirirken bir yandan da temelleri oldukça zayıf bir aşk hikâyesi anlatmaya çabalıyor.

    Filmin bir David Ignatius romanından uyarlanmış olması belli ki bu aksaklıklardaki en büyük neden. Ignatius'un Washington Post'taki köşe yazılarında zaman zaman Amerika'nın Ortadoğu politikasını destekler nitelikte metinler yazdığı biliniyor. Filmde de senaryo bu havadan kurtulamamış.

    Ayrıca bir saniyesinde temsili olarak yaratılan Adana şehrimizin sokaklarında cüppeli adamların yürümesi ve araba plakalarının Arapça olması, Ridley Scott'ın filmi çekerken ne kadar araştırdığını da sorgulamamıza neden oluyor. Bizim kendi ülkemizi böyle yanlış yansıtması, bu kadar derin konulara inen bir filmin ne kadar inandırıcı olabileceği konusunda büyük kuşkular doğuruyor.

    içerik açısından böylesine büyük eksikliklerle dolu olan bu politik aksiyonun, teknin açıdan tahmin edebildiğiniz üzere hiçbir eksiği yok. Ridley Scott yine yılların getirdiği ustalıkla güzel bir kurgu yaratıyor ve film bu sayede hiç değilse sürükleyici olmayı başarıyor. Bu noktada bu içerikle sizden iki saatliğine gerçek olmadığını bildiğiniz bir masala her şeyinizle inanmanız bekleniyor ve filmin teknik özellikleri bunu destekleyici yönde oluyor.

    Ridley Scott'ın büyük eserlerinin hep ilk dönemde çıkarması ( Popüler Gladyatör'ü hayranları kızmasın diye dışarda tutarak söylüyorum ), ona karşı olan büyük beklentilerimizi gitgide azaltıyor. Her filminde bir Blade Runner beklemek yanlış belki, ancak böylesine yetenekli bir yönetmenden daha yetenekli filmler bekliyor insan.

    Oyunculuk performanslarına gelince ana karakterlerde belki bir sorun yok; ancak yan karakterler tam bir karikatür diyebiliriz. Başarısız çizilmiş ruhsal portreler filmin gerçekçiliğine darbe indiren bir diğer unsur. Rusell Crowe ve Leonardo Di Caprio ise filme fazladan bir şey katamasalar bile onların önüne konulan rolleri başarıyla oynuyorlar.

    Umudumuzu kaybetmeyelim biz en iyisi. Büyük ustadan büyük filmler bekliyoruz yine, böyle sağlam bir temele oturtulmamış senaryolar değil.
    0 ...