ah muhsin ünlü'nün, dergah dergisinde yayımlanan, sonradan gidiyorum bu kitabına almadığı bir şiirini okuyan iki şiir okuyucusuna rastlamıştım yıllar önce.
her ikisi de şiirden hiçbir şey anlamadıklarını söylüyordu. peki şiir bir şey anlatıyor muydu ki okuyanlar ille de bir şey anlamak zorunda hissediyor kendilerini?
şiir ille de anlatmak için değildir. hatta anlatmak için değildir, söze, ifadeye dönüşürken kendiliğini, varoluşunu aracısız olarak ileten bazı imgeler, durumlar, kavramlar, duygular vardır. söze yapışan, sözden kavlatılamayan bazen bir söz ya da söz öbeği olarak anlaşılamayan bu imge, durum ya da duygu sanatçının, okuyucunun içinde çözülecek bir düğüm gibidir. zaman içinde, bir takım yaşantıların sonunda kendiliğinden anlam kazanıp şiir okuyucusunun varlık alanında sivrilmeye başlar.
sözgelimi ezra pound'un kantolar'ının büyük bölüğü de böyledir. ama hiç kimse ezra pound'un yazdığı şiirlerin değersiz olduğunu düşünmez. cummings'in şiirleri de böyle değerlendirilebilir. eliot'un çorak ülkesi çok mu anlaşılır, doğrudan okuyucuya bir şey gösteren bir şiir midir? hayır ama onun şairliği konusunda da kuşku yoktur. şiirlerindeki humor yüzünden zamanında hafif olarak nitelenen cemal süreya'nın bazı şiirleri de böyledir. ama şimdi iyi şair deniyor kendisine. yeni bir şiire, üsluba karşı acımasız olanların, bir üslubu "bunda ne var, herkes böyle yazabilir" diye karalayanların garip şiirinin popüler olduğu zaman diliminde yayımlanan antolojilere bakmasında yarar var, evet orhan veli'nin yazdığı gibi yazmış adamlar, ama bu yazdıklarının bugün şiir olarak değerlendirilmesi için yeterli görünmüyor. orhan veli'nin/ garip akımı'nın zirvede bulunduğu bir dönemde mesele orhan veli gibi yazmak değildir, orhan veli'ye rağmen yazmaktır. şimdi de mesele ah muhsin ünlü gibi yazmak değildir, ona rağmen onun ortaya koyduğu yeni biçime, yordama, buluşa rağmen yazmaktır.
"ne var bunda herkes böyle yazabilir" diyenlerin şiir, edebiyat, sanat tarihiyle ilgisiz olmaları rastlantı olamaz.