Hani derler ya, şehirler insanları değil, insanlar şehirleri sevmeli, çocuk gibi, eş gibi aşk gibi...
işte öyle sevilesi bir sevgilidir istanbul, bakan değil görebilen gözlere. Allahın dünyadaki tek lutf ettiği bir coğrafya, ortasından deniz geçen tek şehir... Taşına toprağına altın denmiş, anadolu insanını çok sevdiği sadık yari karatopraktan vazgeçirmiş burası.
Yıllar boyu bir avuç toprakta milyonların hikayeleri yazılmış, çizilmiş, silinmiş burda. senin ya da benim değil belki ama belkide tüm türkiyenin günlüğüdür istanbul. Sorunca anlatmaz, sormadan sadece dinlemek gerekir anlamak için, üstad orhan veli gibi.
Çıkacaksın aşiyana, yüzünde cilveli bir boğaz esintisi, tam böyle güneş batarken, gökyüzü yarı kızıl... ışıklar belli belirsiz, barış manço vapuru kadıköye seyr-ü sefer ederken göreceksin ve kapatacaksın gözlerini, diyeceksin;
''anlat istanbul''...
o başlayacak sen susacaksın, sen sustukça o anlatacak, gözlerini hiç açmayacaksın, istanbul, istanbulluğunu kulağına fısıldayacak. Beyoğlunun hayat kadınlarını, karaköyün esnafını, fatihin çarşambasını anlatacak sana, bebeğin balıkçısına getirecek lafı, ordan eminönünün martısına, sonra alacak seni götürecek moda'ya.
farkında olmayacaksın zamanın nasıl nefes gibi içinden geçtiğinin, gözün açılacak hafiften ve başlayacak susmaya istanbul... başını çevirdiğinde bakışların hisarın kokca gölgelerine takılcak, hava çoktan kararmış sen fark etmemişsin.
iki duble rakı kıvamında dinlediğin istanbul bir koca yetmişliği devirmiş senle, doğrulacaksın ağır ağır, derince çekecesin içine sözleri biten istabulu ciğerinin en derinine. ve diyeceksin içinden;
Kimi aşklara tanıklık etmiş,
kimini daha çok aşık etmiş,
bir fahişe cilvesinde yedi tepesin sen ey istanbul...