Beden dili, hayat ve yaşam konularında konferanslar veren, kitaplar yazan güzel insan. Ancak bana ettiğini unutmuş değilim.
Yıllar yıllar önceydi*. Arkadaşlarımla öğle yemeğini yemiş, sıcaktan mayışmış, sınıfta oturuyorum. Ders seçmeli olduğundan fazla müşterisi yok, sınıfta zaten az kişi var. Ben de gitsem, şimdi buraya kadar gelmişim, bari dersi dinleyip * öyle gideyim diyorum.
Derken içeri heyecanla giren biri müjdeyi veriyor:
-ders yok, herkes konferansa...konferansı verecek kişi dekanın arkadaşıymış, bütün fakülte gidecekmiş.
Ders yok iyi hoş da, bu konferans nerden çıktı, zaten yoğurdu da yemişim nası uykum geliyo. Konferans salonuna otobüsler gidiyomuş. Biz de arkadaşlarla anlaştık, aşağı kadar yürüyeceğimize otobüse binelim, nası olsa inince kayboluruz aradan. Ancak hocaların otobüsten inince gardiyanlık yapacağını akla getirmemişiz. Otobüsten bir inişimiz var, bir tek ellerimizi başımızın arkasına koymamız eksik. çaresiz geçtik, oturduk salonda bir yere ama konferansın konusu neymiş, kim veriyormuş zerre kadar bilgimiz yok.
Neyse Ahmet şerif izgören denen şahıs çıktı, başladı anlatmaya hayat, yaşam, ne için yaşıyoruz filan diye. Baktım o kadar kötü de değil, güzel güzel anlatıyo adam. iyi ki gelmişim diyorum.
Anlatırken birden şimdi bir soru soracağım, lütfen herkes düşünsün dedi.
Soru şu:
-bir meyve olsaydınız ne olurdunuz? Neden?
Düşünüyorum; Şimdi eve giderim bi güzel yatarım, sonra da bilgisayarın başına geçtim miydi. Belgrad'ı da alırsam Almanya'yı yıkarım. Daha çok mancınık lazım. Deniz gücünü de artırmak lazım tabi*.
Asi: Ahmet şerif izgören
Dc: denizci cakabey
is: iç ses
Asi: siz, kahverengi montlu arkadaş kalkar mısınız?
is: ulan ben mi yoksa. Yok mu sağda solda bi kahverengili. Aha arkada da yok. Şimdi sıçtık. Görmemiş gibi yapsam. Olmaz herkes bana bakıyo. Kalkacaz artık çaresiz. Ulan amma da kalabalıkmış oturduğum yerden bu kadar görünmüyodu.
Asi: isminiz nedir?
Dc: .....
asi: öyle mi. Bak şimdi aklıma bir fıkra geldi onu anlatayım
is: ismimle ilgili fıkrayı anlatıyo. Anlaşıldı iyice maymun etcek bizi. Allah'ım nerden geldim buraya, eve gitcektim ne güsel. Herkes gülüyo, ben de gülüyomuş gibi yapayım bari.
Asi: söyle bakalım ..... bir meyve olsaydın ne olurdun?
is: hadi buyur buradan yak. Ne diyecem şimdi. Kavun, karpuz, elma, erik... seç bi tane çabuk.
Dc: vişne
is: ne dedim lan ben. Vişne dedim dimi. Bi yanlışlık olmasın sakın
Asi: neden vişne peki?
is: ulan sorgumuz ahiretten önce dünyada başladı. Ne cevap vercem ben buna şimdi. Vişne demiştim dimi.
Dc: hem şekli güzeldir, hem de tatlıdır.
Asi: sana vişne diye kiraz satmışlar galiba
is: niye gülüyo bu gene. bi dakka ya. Vişne miydi tatlı olan. Bunlardan biri ekşi, biri tatlıydı. Vişne? Kiraz? Karpuz? Beynim durdu...
Asi: peki ..... teşekkür ederiz. Oturabilirsin
is: aha işte dekan da buraya bakıyo. Ziraat fakültesinde vişneyi, kirazı ayırt edemeyen öğrenci. Nah biter olum bu okul artık.
Adam yapacağını yaptı. Ama rahat durduğu yok ki. Arada yine sokuşturuyor:
-adam 1000 lokanta dolaşmış, ben olsam belki 10'da pes ederdim, denizci cakabeybelki 100'de.
Konferansın sonunda kitaplarında birini eline aldı, biraz tanıttıktan sonra da:
-bu kitabı da denizci cakabeye armağan edelim, onunla çok uğraştık, dedi.
Kızmadım. Güzel insan gönül almasını da bilir. Kitabını imzalayıp bana hediye etti. O güne kadar bırakın imzalı kitabı, yazarını yakından gördüğüm bir kitabım olmamıştı. Yakından gördüm. Yakından da, uzaktan da *iyi insandır.