ilk kez 1912'de Alman Kimya firması Merck tarafından Darmstadt'ta sentezlendi ve 1914 yılında 274350 numarayla patentlendi. ilaç kanın pıhtılaşmasını sağlayacak bir başka ilaç aranırken bulunan bir ara maddedir. Patentte ilacın adı yerine, kimyasal açılımı olan MDMA geçmektedir. Bu etken maddeye bağlı üretilen ilk ticari ilaç adı ise metilsifrilamin olmuştur. Başlarda, kurşun yaralanmalarında haricen kullanılan antiseptik ve kanamayı durdurucu bir toz olarak düşünülmüştü. Ancak daha sonra iştah baskılayıcı olarak da kullanılmaya başlanmıştır.
Nasıl sentezlendiğini detaylandıran ilk kişi Dr. Anton Kollisch'tir. ilaçla ilgili ilk ve önemli farmakolojik testler 1927, 1952 ve 1960da yapılmıştır. Rolan W. Freuddenmann'a göre ilacın iştah baskılayıcı amaçlı sentezlendiği yanlış kanısı, MDMA analoğu olan MDA'in 1949 ve 1957 yılları arasında Smith Kline ve French Laboratuvarları'nda antidepresan ve iştah kapayıcı olarak araştırılmasından kaynaklanmaktadır.
ilaçla ilgili ilk toksikoloji testleri ise 1952'de yapılmıştır. Öte yandan, sentezin etkin olarak en yaygın terapi kullanımı, Vietnam savaşı sonrası travma bozukluğu yaşayan savaş gazilerinin tedavilerinde kullanılmasıyla söz konusu olmuştur. MDMA maddesinin suiistimal edilmeye başlaması ve sokak kullanımı ilk kez 1970'li yıllarda tespit edilmiştir. Vietnam gazilerinin bir kısmının, kendilerine verilen MDMA tabletlerinin öforik etkilerini farkına vararak para karşılığı uyuşturucu tacirlerine satmaya başlamaları, bu duruma sebep olarak görülmektedir.
MDMA sentezinin yaygınlaşmasında önemli bir rol oynayan kişi ise Dr. Alexander Shulgin'dir. Shulgin 1976'da sentezleyip denedikten sonra çalışma arkadaşlarıyla birlikte yaptığı kapsamlı araştırmalarında ilacın kimyası, dozajı, kinetiği ve psikoaktif etkileri üzerine ilk ayrıntılı raporları yayınlanmıştır. 1976'da Shulgin ile birlikte ilacın sıra dışı teröpötik etkilerini fark eden bir grup bilim adamı ve terapist, suistimal edilmesini, sorumsuz ve bilinçsiz kullanımı engellemek için bu ilacı çok kapalı bir grup içinde kullanmaya çalıştılarsa da bu çabaları sonuç vermemiştir. Bu araştırma ve tedavi amaçlı çalışmalarda MDMA'in evlilik ve ilişki terapisi, travma sonrası stres bozukluğu), travma, fobi bozuklukları, bağımlılık, kanser ve ölümcül hastalıklardan mustarip kişilerde endişe tedavisinde kullanılabileceği, dönemin birçok psikiyatrist ve psikoterapisti tarafından kabul görmüştür ve yasaklandığı 1985'e kadar bazı tartışmalı terapilerde kullanılmıştır.
Etken maddesi MDMA olmakla beraber çok çeşitli sokak uyuşturucu/uyarıcı maddesinde katılarak piyasaya sürülen ve sokak tabiri ile adına ekstazi denilen sentetik haplar, sistematik biçimde 1980lerin başında ABD'de popülerleşti. Ölüm vakalarının yaşanmaya başlanması sonucu MDMA ve türevi sentezler, A sınıfı illegal kimyasal sınıfında tanımlanarak 1971de Britanyada ve ABD'de 1985'te yasaklandı. Bunu daha sonra diğer devletler izlemiştir.
MDMA beyinde varolan 5-HT tipi serotonin nörotransmiterlerinin salınmasını sağlayan bir serotonin ateşleyicisi ve geri alım inhibitörüdür. Antidepresan ilaçlar da aynı sınıftandır ama MDMA'in farkı beyinde varolan serotoninin tamamının salınmasını sağlamasıdır.
MDMA maddesinin insanlarda endike/konraendike metabolik türevleri 3,4-metilendioksianfetamin (MDA), 4-hidroksi-3-metoksi-metilanfetamin (HMMA), 4-hidroksi-3-metoksanfetamin (HMA), 3,4-dihidroksianfetamin (DHA) (alfa-metildopamin adı da kullanılır), 3,4-metilendioksifenilaseton (MDP2P), and N-hidroksi-3,4-metilendioksianfetamin (MDOH) olarak sayılabilir. Tüm bü sentez maddelerin yüksek oranda toksik etkileri bulunmaktadır. Oral yolla alınan MDMA maddesinin %65i 24 saat içersinde idrar yoluyla vücuttan atılırken, %7si vücutta MDA maddesine sentezlenir.
Yapılan araştırmalar kısa dönem hafıza ve iştah kaybına, uykusuzluğa, acı eşiğinde yükselmeye, dehidrasyona, gözbebeklerinde büyümeye, aşırı hareketliliğe, ısı regülasyonunda bozulmaya, diş sıkmaya ve erkeklerde sertleşme sorununa neden olabileceğini göstermektedir. Bulantı ve kusma gibi kişiye özel etkiler görülebilir ve her kişinin vereceği tepkiler de farklılık gösterebilir. Sıvı kaybına neden olduğu için vücudun kaybettiği oranda sıvı tüketmesi gerektiği bilinmekle birlikte aşırı su tüketiminin de ölüme kadar götürebilecek hiponatremi denilen su zehirlemesine yol açabildiği bilinmektedir. Kadınlar erkeklere oranla hiponatremiye karşı daha hassastırlar. Hiponatremi, dehidrasyon endişesi ile aşırı içilen suyun kanı seyrelterek beynin şişmesine yol açmasıdır. Isı kaybını azaltabilir ve bazen de kasların ve beynin ısı üretimini arttırabilir.
Ekstaziden en olasılıklı ölüm vakaları hiç sıvı almadan yüksek dozda ekstazi alıp dinlenmeden aralıksız dans eden kişilerde ve kardiyovasküler sorunları olan ve/veya ekstaziyi başka ilaçlarla karıştıran kişiler arasında görülür. Kardiyovasküler (kalp) rahtsızlıkları olan kişiler önemli bir risk altındadır. Ayrıca mono amin oksidaz inhibitörü yani MAOI olarak bilinen ilaçlarla birlikte kullanılması hipertansiyon krizi denilen ve kalbin tehlikeli derecede hızlı çarpmasıyla kendini gösteren ölümcül bir komplikasyona yol açabilir ve tıbbi müdahale olmazsa kişi ölebilir. SSRI türü antidepresanlar ile birlikte kullanıldığında serotonin sendromu denilen rahatsızlığa neden olabilir. Serotonin sendromu, kas spazmları, mide-bağırsak sorunları, ishal, zihin karışıklığı, ajitasyon, koordinasyon bozukluğu, titreme, ateş ve terleme ile kendini gösterir.
Akut kullanımı takiben ilacın etkileri geçtikten sonra yaklaşık sekiz saat daha ardıl etkiler devam eder. Ardıl etkilerde kişi, kısa veya bazen iki gün ya da günlerce süren bir depresyon, melankoli ya da yoksunluk dönemine girebilir. Bu sürecin ardından kişi tekrar normal konumuna geri döner. Kişilerin normal durumlarına dönmeleri için beslenmeleri, yeterli derecede sıvı almaları, uyumaları ve bozulan kalsiyum, magnezyum, potasyum ve çinko gibi minerallerin dengesini doğru beslenme ya da diyet katkılarıyla onarmaları ve egzersiz yapmaları gerekir. Beslenmeme, uykusuzluk ve kalsiyum, magnezyum, potasyum ve çinko azalmasına bağlı etkiler hasas kişilerde komplikasyonlara neden olabilir. Kronik kullanımda ise bahse konu semptomlar daha farklı boyutlarda ve sürelerde gelişme gösterebilir ve farklı fiziksel sorunlar ortaya çıkabilir.
MDMA veya türevlerinin kronik suiistimalinde serotinerjik nerötoksik sorunlar yaşanabilmektedir. Ayrıca davranışsal ve psikiyatrik problemler yaşanabilir. Vücutta yaşanabilecek serotinerjik dengesizliklerin doğrudan kavrama ve davranışsal sorunlarla bağlantısının ne şekilde oluştuğu henüz ispatlanamamış olsqa da rakamsal korelasyonlar mevcuttur. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar, MDMA ve türev sentezlerinin kronik kullanımının, somotosensör kortekste seratoninden bağımsız hasara yol açmakta ve hücrelerin kendilerinin yaşlanarak erkenden öldürmelerine yol açan apoptosis oluşmasına ve amiloid haberci protein işlevlerinin indirgenmesine yol açmaktadır.
Özetle, akut MDMA kullanan kişi sağlığını tehlikeye atarak ölüm riski almakta; kronik kullanan insan beyni ise embesilleşmektedir.