Seyyid Hüseyin Nasr, Bilim Sanat Vakfı'nda düzenlenen "20. Yüzyıldan Ne Öğrendik, 21. Yüzyılda Ne Bilmeliyiz?" başlıklı konuşmasında, geçen yüzyılın bir muhasebesini yaptı, bu yüzyıla dair öngörülerini dinleyicilerle paylaştı. Nasr, Batıyı bilen ancak batılı gibi olmayan aydınlara ihtiyaç olduğunu söyledi.
Dr. ibrahim Kalın'ın çok zor bir konu başlığı seçtiğini belirterek konuşmalarına başlayan Seyyid Hüseyin Nasr, 70'lerinde biri olarak 20. yüzyılı tecrübe ettiğini, Rıza Şah'ın iran'da iktidar olduğunu, Atatürk’ün Türkiye'de başta olduğunu, bu zor konuyu üç başlık altında ele alacağını belirtti. Birincisi 20. yüzyılda ne öğrendik? ikincisi 21. yüzyılda neye ihtiyacımız olacak? Üçüncü başlığı da özellikle islam Dünyasına hasretmek istediğini belirtti. Seyyid Hüseyin Nasr konuşmasına şöyle devam etti: "20. yüzyılda birçok değişim yaşandı, özellikle de teknoloji alanında ve diğer alanlarda. Ama bunlar çok büyük bir önem arzetmiyor, 20. yüzyılda gördüğümüz en önemli gelişme modernist paradigmanın çöküşüdür.
Doğuya git genç adam!
20. yüzyılda aydınlanma paradigması başarısızlığa uğradı. Her ne kadar tam olarak anlaşılmasa da, yapıçözümü yaklaşımlar sona geldiğimizin göstergesiydi. 20. yüzyılda bunlara paralel olarak yaşanan süreçle bir mottoyla, mottonun kendisine tekrarlanmasıyla özetlenebilir. Bu Amerikan mottosudur. "Go west, young man!" Yani, "Batıya git genç adam" Fakat bu 20. yüzyılda tersine dönerek "Go east young man" "Doğuya git genç adam" şeklinde çevrildi.
19. yüzyılda romantik düşünceyle dikkatleri çeken Doğu, 20. yüzyılda islam düşüncesi ile Batı için dönüşecek, güvenilecek bir düşünce hale geldi. Tabii ki bu yaklaşımların bazıları özellikle yanlış anlaşılmaya çalışıldıysa da, Doğu bilimi, Doğu felsefesi daha otantik bir şekilde anlaşılmaya başlandı. 20. yüzyılda yaşadığımız olaylardan, gelişmelerden ikincisi de sekürlerleşmenin tersine, pek çok Batılının beklediğinin aksine, aydınlanmanın felsefesinin getirdiği sekülerleşme karşı olduğu yana devrildi ve dinileşme diyebileceğimiz bir süreç başladı. Bu süreç, mesela fundementalist şiddet içeren hareketlerde görüldüğü gibi daha farklı şekillerde de yansıdı.
Artık batının dominant ve yegâne bir medeniyet olarak dünyayı kuşatamayacağı düşüncesinin anlaşıldı.
20. yüzyıldan öğrendiğimiz diğer bir ders, bilimin ve teknolojinin sonuçlarını düşünmeden kör bir şekilde uygulanmasıyla ortaya çıkan çevreye verilen tahribattır. Dolayısıyla ilerleme diyebileceğimiz şey, sonuna kadar takip edilecek bir durum değildir. Bir diğer mesele de küreselleşmeyle ilgili, küreselleşmenin asıl önemli yanı, artık batının dominant ve yegâne bir medeniyet olarak dünyayı kuşatamayacağı düşüncesinin anlaşılması oldu. Artık medeniyet sözlüğü çoğul olarak kullanılıyor, tek şekilde kullanılmıyor. Hungtington da böyle kullandı, bir çiçek ne kadar güzel olura olsun, hiçbir zaman pek çok çiçeğin yer aldığı bir güzelliğin önüne geçemez. Dolayısıyla çoğunluk her zaman tekilliğe göre çok daha iyidir. 20 yüzyıldan öğrendiğimiz diğer bir ders de, gelenek kavramının tekrar gündemimize girmesi, bu şekilde otantik kültür ve medeniyetlerin kutupsal kaynaklarını bulma, görme, keşfetme imkânlarına sahip olduk. Bu gelenekçi yaklaşımın en önemli temsilcilerinden biri René Guénon’dur. 1927'de yazdığı bir kitapla -kitabın adı da Modern Dünyanın Krizi- yaşadığımız krizlerin mahiyetini anlatmıştır. Bu, ortaya çıkan ölü kadavranın dirilişini dışarıda aramakla tekrar hayata dönemeyeceğinin anlaşılmasıdır. 20. yüzyılın bu facialarına sebep olan hataları, 21. yüzyılda tekrar yapmamız gerekiyor. Bu noktalardan dersler çıkarmamız gerekiyor. 20. yüzyılın kanunları artık ölmüştür."
Unutmamalıyız ki bizler insanız diyerek sözlerine devam eden Nasr tespitlerine şöyle devam etti: "insan olmak maddi ihtiyaçlarımız olduğu gibi manevi ihtiyaçlarımızın da olduğu anlamına geliyor. Dolayısıyla 20. yüzyılda kabul edilen insan algısı, bugün itibariyle manevi ihtiyaçlardan bağımsız tamamen maddi ihtiyacı olduğu görülen bir insan algısıydı. Uzun bir süre insanın krallığı Tanrının krallığının yerini almaya çalıştı. Bugün itibariyle insan, manevi yönünü keşfetmiştir. Tanrının tabiatını komşumuz olarak kabul etmeliyiz. Yakın tarih boyunca bu görmezden gelindi, özellikle hümanist gelenek insanları öyle mutlaklaştırdı ki, insan, dışındaki tüm varlıkları yok saydı. Batıya karşı bir aşağılık kompleksi içindeyiz maalesef. Bu anlamda birçok çalışmalar yapıldı, öğrencilerimden de ibrahim Kalın'ın "islam ve Batı" adlı kitabı da Türkçeye çevrildi.
Yapmamız gereken, islami geleneği bir bütün olarak tekrar bütünleştirmemiz. islam sadece bir hukuk düzeni değildir, sadece bir felsefi sistem değildir, sadece bir siyasi sistem değildir, islam bunların tamamıdır. islam sadece bunlardan biriyle öne çıkarılmak istenmektedir, bizimse yapmamız gereken daha entegral daha bütüncül bir islam anlayışını yeniden diriltmemizdir.
Yapmamız gereken diğer önemli bir iş de, 20. yüzyılda yeni bir Müslüman entelektüel Sınıfı yetiştirmeliyiz. Yeni bir Müslüman entelektüel sınıfından kastım şudur; ikinci sınıf bir Batılı düşünür yetiştirmemeliyiz.
Yani Batıdaki düşünürleri taklit eden, Müslüman bilim adamları yetiştirmemeliyiz. Söyledikleri itibar görmeyen insanlar değil, elbette ki bu insanlar Batı düşüncesini bileceklerdir, ama islam Düşünce geleneğine de hâkim olacaklardır, olmalıyız. islam Düşünce geleneğini en derin şekilde kavramış olacak, fakat hiçbir şekilde taklitçi olmayacak, kendi kimliği ve şahsiyetiyle birlikte varoluşunun da gerektirdiklerini yerine getirerek var kalacakladır."
Başkalarının gündemlerine bağlı kalmayalım
Hataların tek sebebinin Batı olmadığının da altını çizen Nasr şöyle devam etti: "Kendi ihtiyaçlarımıza kendi menfaatlerimiz doğrultusunda cevaplar verdik. Ama bunun da ötesinde kendi sorularımızı sormak, başkalarının sorularıyla başkalarının gündemlerine bağlı kalmamak, kendi sorularımızla kendi gündemlerimizi de belirleyecek derecede gündemimizle meşgul olmalıyız.
Her konuda hataların sebebi Batıdır demiyorum, bizim kendi içimizde kaynaklanan problemler de var. Ki bunların başında da içimizde yaşanan ayrılık ya da karşıtlık geliyor ki bunun başında da Şii-Sünni ayrılığı vardır. Biliyorsunuz son zamanlarda ciddi çatışmalar yaşandı. Maalesef, içimizdeki bir kırılma noktasını tespit ediyorlar ve kırılma noktasının da kendi aleyhlerine çeviriyorlar. Bu çatışmanın hiçbir gerekçesi yok. Bir zamanlar olabilir, bir zamanlar Şiilerle Sünniler arasında yaşanmış olabilir, ama bu çatışmalar için gerçek bir sebep değildir. Biliyorsunuz Avrupa'da da ciddi çatışmalar yaşanmıştır dönemsel olarak. Protestanlarla Katolikler arasında 100 yıl süren çok kanlı savaşlar oldu ama tüm bunlar unutuldu. Tarihte yaşanmış bazı çatışmalara dayanarak bugünkü çatışmaları meşru görmek makul değil. Dolayısıyla 20. yüzyılda ve 21. yüzyılın ilk başlarındaki yıllarındaki yaşadıklarımızdan ders çıkararak, bu çatışmalara bir son vermeliyiz. Gerçek islam'ı, islam'ın özünü öne çıkararak, tüm bu ayrılıkları ve diğer ayrılıkları elimine etmeliyiz, ortadan kaldırmalıyız."
Çok zor bir döneme girildiğini ifade eden Seyyid Hüseyin Nasr, her şeye rağmen iyimser olduğunu dile getirdi: "Bizi oldukça zor bir dönem bekliyor. Ben karamsar değilim, tam aksine iyimserim. Genç bir nesli eğitmeliyiz. Yalnız bir hususu belirtmek istiyorum. Biliyorsunuz bir hadiste, peygamber efendimize bir bedevi geliyor, Peygamberimiz, "Deveni ne yaptın? Diyor, bedevi de "Allah'a emanet ettim diyor. Peygamberimiz "Önce bir kazığa bağla, sonra Allah'a emanet et" diyor. Dolayısıyla burada üzerime düşen görevleri yerine getirmeliyiz, sonra Allah'a tevekkül etmeliyiz."