siyah takım elbisenin içinde siyah gömlek ve siyah dar kravat, onun ölümle yüzleşirken bile, hastalık derecesine varan güzel giyinme merakını gözler önüne seriyordu.
elbetteki bir cemiyette birden fazla hasta ruhlu beşeriye rastlanıyordu. fransız devriminin sonrasında, buhranlı bir ortamda, insanların topluca bir akıl tutulmasına yakalandığı, imparator taraftarlarıyla kralcıların arasında devamlı el değiştiren iktidarın düzeni muafaza etmekteki dirayetinin kaybolduğu meydandaydı.
bu toplumsal travmanın yanında, muhakkak ki şahsi manyaklıklar da o gün orada yaşanacakların habercisi gibiydi.
koyu bir napolyon destekçisi olan genç adam, yine kendisi gibi napolyona göt verecek kadar hasta olan deschampın cenaze törenine katılmıştı. deschamp, her ne kadar "didier" ön adına sahip olsa da, aslında iyi bir adamdı. henüz 26 yaşında olan ilik gibi eşi mariya fisikellayı terkedip meçhul diyarlara göç etmişti.
cenazeler, hikayenin kahramanı edvard lesaux'yu, herzaman etkilemişti. dinsiz ve allahsız olan edvard, aslen sempatik bi çocuktu ama mümkn olduğunca kolpaya yatar, cool görünmeye çalışırdı. ölenin başında okunan isa mirasları sırasında yine kolpalığı eline alan edvard, bi kadeh fiskiyle balkona çıktı.
edvard, orta sınıf bir memur ailesinin biricik çocuğuydu ve şu hayatta içtiği tek şey biraydı. gelgelelim üzerine siyahları çekip bir cenazeye gelmişken üstelik de ortam am.rcık kaynarken bira içmek ona yakışmazdı.
parisin ortasından geçen bir ırmağın olduğuna inanan yazar, bu nehrin varlığından emin olmasa da edvardı oraya bakarken konumlandıracaktı.
edvard, ırmağa bakarken beynine onlarca şey hücum ediyordu. sözgelimi, son günlerde kızışan imparator-kral çekişmesinde kendince açılımlar yapıyor, aynı semtin çocukları olan arkadaşlarına güveniyor, içinden "olm bana bişi olursa onlar kesin kurtarır" diye iç geçiriyordu. sonra bu ay meteliksiz kalması aklına geliyor, dertli bir havaya bürünüyordu. ama en çok da ne zaman aşık olabileceğine kafa yoruyor hayalindeki kadını beyninde resmediyordu.
o sıra hikayenin diğer kahramanı elizabet balkona, elinde içkisiyle süzülmüştü. bir önceki cümlede kahraman demekte haklıydık, çünkü elizabet, en az edvard kadar kahramandı bu sikik hikayede. sonuçta bu az satan, fransız devrimi sonrasında yazılmış, 3. sınıf yazarın elinden çıkmış bir hikayeydi. ilgi çekmek için bünyesinde bol bol erotikliğe yer vermesi gerekirdi, bu noktada da kuşkusuz ortada sekis varsa bu bir oğlan bir hatunla yapılmalıydı. heee iki lezbiyen de iyi yiyişirdi ama malum: devrimin sonrasında napolyonlu fransa!
elizabeth, zengin bir ailenin 3. ve sonuncu kızıydı. babası onun için, takımının 3., kendisinin 5. kızı olduğunu söyleyip dururdu. bu cümleyi biz de anlayamamıştık. genç kız, upuzun sarı saçlarıyla ve uzun boynuyla adeta bir kuğuyu andırıyordu. ancak yıllarca bir sevgilisi olmamış, deyim yerindeyse "eti ete değmemişti". kuğu güzel bir yaratık olsa da erkeklerce sevişmek için pek tercih edilmeyen bircinsti. parisin kırsalında hemen her ergen, atla, eşekle hatta köpekle birleşerek sekis alemine merhaba diyor, ondan sonra da iflah olmuyorlardı.
elizabeth, edvardın yanına giderek, hafiftan de kırıtıp "orovuar" dedi. edvardın kafası karışmıştı zira bu kelimenin ne fransızca olduğundan ne de selamlama ifade ettiğinden emin değildi.
çok üzerinde durmadan söz alarak, "ölümler.. ölümler.. ne kadar yakınımızda ve o kadar bize dair.." dedi. elizabeth cenazenin başından beri bu yakışıklı adamı izliyordu. giydiği muazzam takımı, içindeki hoyrat vicuudu, gülümsemesini izleyip onu hayal ediyordu.
sonuçta elizabeth de az orospu değildi, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek üzereydi ve bundan hiç pişman değildi.
"şunu biliyor muydun? insan ölümle karşılaştığında temel içgüdüleri tavan yapar". edvardın bu sözlerindeki sinyali almıştı genç kız, ortaokulda gizli gizli o filmi izler ve o zamanlar tarif edemediği bi şekilde zevk alırdı. çocuk, kızın durumuna uyanıp devam etti: "sözgelimi açlık ya da susuzluk. veya ne bileyim ıeeıııh..".
"evet devam edin" dedi elizabeth çocuğu cesaretlendirmek adına. "veya ıeeııhh. sekis yapmak mesela" dedi.
iki genç varmışlardı istedikleri noktaya. elizabeth yaklaşarak öpmeye başladı çocuğu. oğlan iyiden iyiye zevklenmeye başlamıştı ki birden geriye çekti kendini.
"noldu edvard?". çocuk kolpaya almıştı yine ve paris göbeenden geçen nehre bakarak "vefa asla sadece bir semti ismi değildir" deyiverdi.
"hheeeeaaa?" dedi elizabeth istemsizce bir o kadar da böğürerek. "aşık olmadan sevişmiycem, şu nehir şahidim olsun" dedi.
edvard yine muhteşem bir sekis yapma fırsatını kaybetmişti, kolpaydı, çakmaydı ama candı. nehir aktı ve edvard hep yalnız başına kaldı..