duruma göre yargılanması gereken erkektir, belki, öküz de değildir, korkak da, ne biliyorsunuz, belki başka seçeneği kalmamıştır o anda?
aşkına gitmenin sevinci ve hevesiyle, hızlı adımların taşıdığı, aşk ile sermest beden, biraz sonra yapacağı sürprizin, sevdiceğinin gözbebeklerindeki pırıltısını hayal ederken, parmak uçlarında süzülürcesine girdiği evin salonunda, beyninin kıvrımlarında şimşekler çaktıran sesler duyar, hızlanan kalbi, büyüyen gözleriyle birkaç adım daha atmaya zorlar, mecalsiz ayaklarını, sonra bir kapının önünde öylece saplanıp kalır, kapının ardından gelen ve tüm dünyanın uğultusunu bastırıp, kızarmış kulaklarını tırmalayan ses, iki gölgeye aittir, iki çıplak, iki kara, iki kirli ve iki hain gölgeye...
çıldırasıya atan kalbi, görünmez bir elin sıktığı boğazından geçip, kenetlenmiş dişlerini yararak orta yere düşecek gibidir, zincirlere vurulmuş gibi duran zamanın içinde, içindeki denizleri kuduran bir adam...
bir müddet daha dikilir kapının önünde, bir müddet daha seyreder, ihtirasla, şehvetle ve görünmez kanlar içinde sevişen gölgeleri, kapının koluna belki birkaç bin kere gidip gelir titreyen elleri, açamaz fakat...
cesaret edemez değdirmeye burnunu, ateşten burnuna ihanetin, son bir gayretle söküp kendini çakıldığı yerden, hiçbir şey söylemeden, tüm hatıraların, sözlerin, şarkıların, resimlerin, anların deli dalgalarıyla savrulan başını önüne eğip, düşer gibi yedi kat gökten ve geldiği gibi, parmak üstünde süzülerekten gider...