muzdan bahsetmişin ve muzun neden boyandığını sormusun. hadi sana anlatayım da biraz bil. muz boyanmaz sarartılır. bu zamanla olur yahut karpit marifetiyle yapılır. çünkü yeşil muz dediğin şey hamdır, muz zamanla olgunlaşır sararır. ama karpit kullanıldığında muz sarartılması zaman mevhumu olarak kestirmeden icra edilir. senin medeniyetinde muz yetiştirilir. tadsız tutsuzdur saman gibidir tadı. senelerce ithal muzu tu kaka edilmiş sizde üretilen muz yüceltilmiştir. ne kadar progabanda yapılırsa yapılsın sizin ürettiğniz muzun dandik olduğunu cümle alem bilmektedir. hatta kendi halkınız bile biliyor. en aptal vatandaşın bile ithal muza çikita muz diye övgüler yazmadı mı?
oysa bu bamya muzu övmek için yapılan progabanda çalışmalarının yerine bilimsel atılımlar yapılsaydı hem kalite hem boy olarak aynı kaliteyi tuttururdunuz. gelgelim ki herşeyde geç kaldığınız gibi bunda da atılım yapmakta geç kaldınız. varolan çalışmaların hayata geçirilmesi için zamana ihtiyacınız var. oysa üniversiteleriniz siyasi parti temsilciğine efor harcayacağına bu husus hakkında icraat etseydi şüphesiz bu husus hakkında yenilmezdiniz.
her konuda böylesiniz. sırf muzda değil senelerce müzelik ford taunus araçlar yollarınız işgal etti. çok yakan osuruk kadar kudreti olmayan kütük gibi araçlara keçinin olmadığı yerde abdurrahman çelebi muamelesi ettiniz.
bize kimse birşey öğreteMEz. biz akla inanınız, ilme inanırız. kainatta olan her olay için bir açıklama yapmak için mikroskop başında ilim adamlarımız ömür çüretür. ama siz ne yaparsınız? din elden gidiyor yahut ya bizdensin ya yahut ebeninkini görürsün nameleri ile ilimle uğrasan kişileri canından bezdirirsiniz ve nihayetinde onu öyle bir aşağı çekersiniz ki sokaklarınızda mutsuz kalabalıklarLA dolmasının sebeb-i hikmetlerinden biri de budur..
müşahhasla mücerreti ayırt edemediğimi söylemisin. ah yavrucuğum, ah. beşeriyet üzerinde müşahhasla mücerret beraber at koşturur. bunun en önemli numunesi sensindir. hadi günümüz türkçesi ise bu soyut ile somut eleledir. ruh ve beden deriz. ruhsuz beden olmayacağı gibi bedensiz ruh da olmaz beşeriyet üzerinde. gerçi beşeriyetin olmadığı o diyarda bedensiz ruh olur ama o konuya girmek istemiyorum. şimdi beşeriyet üzerinde ruhsuz beden, bedensiz ruh olmayacağına göre bunu ayırmaya gerek duymuyorum. sadece tek tek ele alıp sonra bunların birbirine etkileşimlerini göz önünde alırım.
sevgili evladım herşeyi o kadar siyah beyaz olarak görüyorsun ki ara renkleri kaçırıyorsun. bohem sanatçıların ve yazarların sulandırılmış versiyonu sizin sanat sevicileriniz entellerinizdir. şimdi sen nasıl oluyor da victor hugo'yu, morris west'i, john le carre'yi, graham greene'i, james joyce'u vesaireyi bohem olarak nitelersin? onlar hakkında ne biliyorsun da böyle bir iddia güdüyorsun? bu senin hazinlik çukurunda debelendiğine dair emaredir. şüphe yok ki sen sir laurence oliver ile paris hilton'un bir tutuyorsundur, ama böyle akılalmaz önyargılarda bulunmak benim işim değildir, daha o kadar düşmedim, sana da pek tavsiye etmem.
londraya gelmen iyi olmuş, huzur azgınlığından dolayı post modernizm bataklığında debelenmemiş çağların eserlerini birinci elden görmen senin için iyi olacaktır.
bizi ayranımızla bırak diye bitiyor. ayran denilen içecek eğer tuzlu değilse tansiyon düşürtür ve insana uyku verir. yarı uykulu halde dolaşırsınız. insan hakikatlerden kaçmak istediği vakit uykuya kaçar. bunun nedeni bezginlik vesairedir ki bezginlik ikinci cehalettir. elbette uyku gereklidir, biraz vitesi boşa atmak gereklidir. ama hep boş viteste gitmek namümkündür hatta yokuş aşağı fevkalade tehlikelidir ki buna peygamber vitesi denmektedir. oysa hayatı hep siyah beyaz gördüğünüz vakit çalışma zamanında tam gaz çalışıp dinlenme eğlenme zamanında tam manasıyla dinlenip eğlenseniz fena mı olur? şüphesiz yaşam kalitenize bu çok iyi yansır. ama ne yazık ki hep tersini yaptığınızdan dolayıdır ki gittikçe tadsız tutsuz bir ülke oluyorsunuz, fazla mekanik. ama işte ayrandan bu yargıya vardım. ama o mealde kullanılmadığını bilmeyecek kadar sizin kültürünüzü bilmez değilim.