avukatlığa ilk adım kalbi sökmekten geçer muvaffak olamayanınkini elbirliğiyle sökerler ona da muktedir olunamıyorsa açsınz başka iş bakınız hakimlik gibi..
bir eve girdiğinizi düşünün, aniden, içerdekilerin özel hayatına habersizce dalıyorsunuz. karşılaştığınız manzara, klasik bir alt orta sınıf aile evidir, eski püskü eşyalar, üzerinde oya işlemeli bir bez olan uzaktan kumandali bir televizyon, orta yaşlı bir ev hanımı, televizyonda çizgi film izleyen, oyuncaklarını sağa sola dağıtmış, bir çocuk. halının üzerinde parçalanmış bir defter, üzerinde bi sürü anlamsız şekil, çocuk çizmiş.
heyecandan titreyerek soruyor kadın, "n''oldu, neden geldiniz" icra memuru "avukat beye borcunuz varmış, ondan geldik, haciz yapacağız" diyor, mekanik bir sesle. düşüyor kadının yüzü iyice ve size bakıyor soran gözlerle, "hanımefendi, eşinizin x şirketine borcu vardı, defalarca görüştük kendisiyle ödemedi, haciz yapmak zorundayız mecburen" diye bir şeyler geveliyorsunuz, kendi sesinizin sakinliğine şaşırarak.
kadın koşup telefonu alıyor eline, "bi dakka, ben konuşayım kendisiyle" diyor, heyecandan numarayı hatırlayamıyor, bulup geliyor bi yerlerden, yanlış numara çeviriyor bu seferde. çocuk, annesinin eteğine yapışmış, ağladı ağlayacak gözlerle gözünüzün içine bakıyor, elindeki ekmek parçasını geveliyor bir taraftan. sevmek teselli etmek istiyorsunuz onu, ama kıpırdamıyorsunuz bile yerinizden.
kadın kocasına ulaşıyor nihayet, "hamdi nedir bunlar, eve niye haciz geliyor, hani sen kapatmıştın bu borcu" diyor ve ağlamaya başlıyor. annesini gören çocuk da başlıyor feryat figana. alıyorsunuz telefonu kadının elinden ve "beyefendi, borcunuzu ödeyecek misiniz, bakın evinizdeki eşyaları götürüyorum ben" diyorsunuz. karşınızdaki ses "o evden bi tane eşya çıksın, allahıma kitabıma vururum seni, aha bu kadar söylüyorum, bekleyin geliyorum oraya" diyor. kapatıyorsunuz telefonu. müvekkilinizi arıyorsunuz, avukat olmayan, (yani kalbi olan) müvekkilinizi. anlatıyorsunuz durumu, hani bi ümit ışığı arıyorsunuz, belki "tamam vazgeç, bi ay daha süre ver" filan diyecek. ama o, "kaldır p.zevengin evinde ne varsa avukat bey, kan kusturdu bize o şerefsiz, ödemeyecek yine, bi daha masraf mı yapacaz? diyor.
icra memuru gözünüzün içine bakıyor, dışarda arabada bekleyen en az beş avukat ve on dosya daha var, daha onlara gidecek. "kaldıralım" diyorsunuz, telefonunu çıkarıp, kamyon ve hamal çağırıyor memur, on dakika sonra geliyorlar. "neleri yazalım" diye soruyor memur "televizyondan başla" diyorsunuz, hala çizgi film oynayan televizyon yazılıyor haciz tutanağına, "1 adet telefunken marka 55 ekran renkli televizyon 300 lira. mutfağa geçiyorsunuz, buzdolabını yazıyorsunuz. "hanımefendi boşaltır mısınız buzdolabını lütfen" diyorsunuz, ağlayarak boşaltıyor kadın buzdolabını.
3 elma, ıspanak, yumurtalar, akşamdan kalan yemek sıralanıyor mutfak tezgahının üstüne. banyoya geçiyosunuz sonra, çamaşır makinası çalışıyor, durduruyorsunuz, eşyaları çıkarıyor kadın, ağlaması şiddetleniyor, yabancı erkeklerin önüne çıplak çıkmış gibi, tecavüze uğramış gibi hissediyor muhtemelen kendini, ıslak iç çamaşırlarını çıkarırken makinadan. kafanızı öbür tarafa çeviriyorsunuz ama ne fayda? hamallar sökmeye başlamışlar bile makinanın fişlerini.
on dakikada bitiyor işlem, dışarı çıkıyorsunuz, hamalın, taksinin parasını veriyorsunuz, ne yaptığınızın bile farkına varmadan, gidiyorlar, şakalaşıyorlar kendi aralarında bi yandan. sokakla başbaşa kalıyorsunuz, soğuğu farkediyorsunuz, üşüdüğünüzü. bir sigara yakmanız lazım acilen, buluyorsunuz paketi, yakıyorsunuz. aynı anda gerçekte ihtiyacınız olan şeyin bu olmadığını da anlıyorsunuz. boğazınızdaki düğümü çözmeye ihtiyacınız var sizin, hem de bir an önce. az ilerideki parka gidip oturuyor ve çözüyorsunuz düğümü.