şiddetle bastıran yağmur, katmerli bir soğuğu ta iliklerine kadar taşıyordu. yırtık şemsiyesinin kaçırdığı her yağmur tanesi erken doğumu oluyordu acılarının. yoldan geçen arabaların sıçrattığı sular, izdüşümüydü kaderinin, yüzünde beliren. ana kucağı gibi sıcak evinde uzanmak varken kalabalıklar arasında düşler kurmak zorundaydı. yaşamak zorunluydu. yaşamak için de çalışmak. uzaktan beliren her far ışığı, umut oluyordu bir nebze. umut, istanbul'u aklına düşüren de, onu istanbul'a düşüren de. şaşırdı. "hayat garip" dedi, sessizce. daha sözünü bitirmeden yanına yaklaşan bej renkli broadway'a, pazarlık ettikten sonra binip gitti. nereye? kendini siktirmeye.
travestilik, tercih meselesi dahilinde bir değerlendirmeye tabi tutulamaz. çaresizlik de değildir. zira, her çaresizlik travesti olmayı gerektirseydi, muhabbet edecek arkadaş bulamazdık.
+ selim abi, sen?
- söyle ulan n'oldu?
+ tamam abi, yok birşey.
- söylesene ulan delirtme adamı
+ abi sen veriyormuşsun
- heee, mecbur kaldım be abi
+ abi neden bana demedin
- utandım be, amına koyim
+ abi kaça veriyorsun?