"hocu çok sevindim görüştüğümüze, bursa'ya gelirsen mutlaka haber ver." dedim üniversiteden sınıf arkadaşım olan eskinin uzun saçlı şimdinin kravatlı adamına. bir seminer'de karşılaşmıştık onunla, görünce sarılmış, yılların ne kadar çabuk geçtiğinden dem vurmuştuk, otelin lobisinin parlak ışığı iyice açılmış olan alınlarımızda parlıyordu. yanımdan uzaklaşırken arkasından baktım, onu en son gördüğümde bir öğrenci evinde heyecanla aslında mühendis olmak istemediğini, bu okulu sırf geleceğini garanti altına almak için okuduğunu, hayalinin ahçılık olduğunu anlatmıştı. konuşma esnasında onun yaptığı mükemmel bir makarnayı yiyorduk, elimizdeki şarapları şişeden dikerek. hepimizin içinde bulunduğu parasızlık ve öğrenci sefaletine rağmen, gider baharatçılardan garip baharatlar alır, onlarla değişik yemekler denerdi. fransa'da bir ahçılık okulu bulmuştu, ona kayıt yaptıracaktı, belki bir kaç sene para biriktirmek için çalışacaktı. bütün bunları düşündüm, şimdinin mühendisinin arkasından bakarken, hayalleri, saçları ile birlikte dökülmüştü zihninden, anladım. o da ülkemdeki çoğunluğa dahildi, istediği mesleği yapamayanlar çoğunluğuna.
"şu raporu bitirmem lazım üstad, offf" dedi, ofisten bir arkadaşım, onu iş çıkışı "gel iki tek atalım hocu" diye çağırdığımda. piyano çalardı. saatlerce, evine kapanır, piyano çalar, heyecanla bütün gün, çaldığı eserleri, çalmak istediklerini, yaklaşan dinletisini anlatırdı. çalışırken izlerdim bazen onu, rapor yazarken parmakları bir piyanonun tuşlarına basar gibi bükük dururdu, eli mouse'un üzerinde beklerken ise masasındaki hayali piyano tuşlarını çalmaya devam ederdi.
***
inanılmaz güzel resimler yapan doktorlar tanıdım, mükemmel enstrüman çalan mühendisler, şiirler ve öyküler yazan avukatlar, en büyük hayali borsa'da çalışmak olan doktorlar, çektiği fotoğraflar çerçeveletip duvara asılası yöneticiler, evinde tek başına motorlar yapan jeoloji mühendisleri, tarihi araştırmaları mesleğiymişcesine yapan kimya mühendisleri, cerrah olmak isteyen ortopedistler, elektronik mühendisi olmak isteyen gıda mühendisleri, felsefeci olmak isteyen psikologlar. örnekler çoğaltılabilirdi, zira heryerdeydiler, heryerde. oğuz atay'ın ilk yayınlanan eserinin mühendislik ders kitabı olduğu bir ülkede yaşıyorduk.
istediği mesleği yapanlar vardı, sanatla profesyonel olarak ilgilenme şansı olanlar, çoğunluğunun tuzu kuruydu. orhan pamuk, nişantaşı'nda bir pamuk apartmanı olmasa acaba nobel ödülü kazanan bir yazar olabilir miydi, yoksa o da ofisine hapsolmuş bir mühendis mi olacaktı. umut sarıkaya mühendisti, komedi dans üçlüsünün erol köse'si ise doktor erol bey. tuzu kuru olmayıp, her türlü riski alarak hayalinin peşinden gidenler çok azdı, hayalinin peşinden gitmek ise büyük bir risk. gelecek korkusu sarıyordu daha çocukluktan dört bir yanımızı.
az gelişmiş ya da gelişmekte olan farketmez, bu tip çocukların gelecek korkusuyla yetiştirildiği ülkelerde, en büyük korkuydu bir gün aç kalmak, yaşlanınca sefalet içine düşmek. kimse çıkıp ben dansçı olacağım diyemezdi çocukken, ya da müzisyen. aklına sefalet içnde ölen sanatçılar gelirdi bunu derken, korkardı, hele bir mühendis, hele bir doktor olayım sonra bakarız. bir çoğu sonra bakamadı, bir daha geri dönemedi ve tatminsiz hayatlarında kayboldu.
***
ofisteydim. yazmayı bitirdiğim entry'yi tekrar okudum, kahve fincanımı masama bıraktım, saat 10:30'a yaklaşıyordu. yazımı ekleme vakti gelmişti, zaten 11:00'de toplantım vardı.
"ekle"'ye tıkladım. eklenen yazıma baktım. her gün en azından 10 saniye, aslında olmasam da kendimi yazar gibi hissetmek güzeldi.