ümitsiz yürümekteydim kısa bir süre önce ölürengi bir alacakaranlığın içinden, ümitsiz, durgun ve yüzümde katı bir ifadeyle, dudaklarım da sımsıkı kapanmış. benim için batmış olan yalnızca bir güneş değildi.
güvendim, inandım ve sınır tanımadım ben de yürüdüğüm o bir zamanlar bütün renklerden gökkuşağı yaptığımız her yağmurlu havadan sonra güneşle beraber üzerimizde açan ve yalnız bırakmayan, her renginden binbir dilek tutarak içinden geçtiğimiz o yoldan. güvendim çünkü ben sanıyordum benimle beraber beslediğim, uyuttuğum yılların katlayarak verdiği tutkuyla, gözlerinden düşen tek bir damlaya kıyamadığım sevgiyle, özenle, hasretle büyüttüğüm içimdeki o sen kişisine.
zaman derlerdi ya hani paramparça, tuzla buz olan bir kalbe iyi gelen tek şeye. aldırmazsın, inanmazsın ve kulak asmazsın zamanın o derinden gelen sesine. ama o gün en sessiz zamanda zemin kayıp gitti ayaklarımın altından ve sonsuzluğa açılan bir düş başladı. yelkovan olmadığı kadar çabuk ilerledi, yaşamımın saati derin bir soluk aldı. baktım, içerde mutluluk, güven ve sevgi vardı cıvıldaşan taa derinden. düşündüm de yok daha kısa bir süre önce oynamıştım böyle hem de baş rolde ama yazdığım sonla bitmeyen bir düş sahnesinde. ürkek, biraz da çekindendi kalbim ama cesur. düşündüm ve araladı mutluluğu arayan zihnimle bir zamanlar avuçlarımda paramparça edip kırıklarını toplamaya cesaret edemediğin ve kanattığın ellerim düş sahnesinin perdelerini. ve şimdi yorgun belki ama orda da rolü hazır.
sense kayboldun çoktan içtiğin sigaranın dumanıyla yalan ve riyakar masallarda. içime çekerdim seni de dumanla beraber hiç çıkarmamak üzere. ama artık arta kalan ne varsa sahteliklerden, arındırıyorum kendimi ve geri üflüyorum nefretle içimde kalan ne varsa.
bizi yüce kılan erdemlerimizdir nihayetinde. ama sahteliklerden arınmak zorundasın çünkü sen onlar yüzünden yıkılacaksın.