tanıyamıyordu kadın kendini. biliyordu bilmesine de nasıl, ne zaman yabancılaşmıştı kendisine? zor zamanıydı, uzaklaşma fikri kaçmayı gerektirdi. kadın kendinden kaçtı. fenası gittiği hiçbir yer yeterince uzak değildi.
bir şeylere kızdı, tepkileri farklılaştı. anladı anlamasına da önleyemedi. öyle ya öfke nöbetini başka hiçbir duyguya devretmezdi. tek tabanca, yaptı atışlarını. hedef şaşmış şaşmamış kadın için mühim değildi. kaybettikleri umrunda değildi. kurşun kadına saplandı.
kendini sorguladı ara sıra. utanacağı şeyler yaptı ama pişman olmadı yaptıklarından. önemsediği değerleri ayaklarının altında çiğnedi, nefret ettikleriyle buluştu, canını acıtanları affetti, en sevdiklerini unuttu.
dedim ya tanıyamadı o vakit kadın kendini. bir dönem kayboldu kendini buluduğunu söylediği yerlerde. içinde yaptığı kanlı hesaplaşmalarda mağlup belliydi belli olmasına ama galip kim olacaktı? kestiremedi o vakit.
sık sık geçiyordu ayna karşısına. aynaya baktığında kendine bakmıyordu aslında. kaşı saçı görmüyordu gözü. bir yabancıydı gördüğü. sahi gözlerine sinen bu ifade de neyin nesiydi? her seferinde inceliyordu kendini. dokunuyordu yanaklarına. bir keresinde yaklaştı kadın aynaya, sonra daha çok yaklaştı. ne gördü, ne umdu, neden korktu?
gözlerine çöken hüznü isyana teşvik eder bi hali vardı kadının, çaresizce hüznünün diğer duygular tarafından nasıl lime lime edildiğini izledi sonra.
gözleri ardına yuva yapmış yabancıyı farketti en sonunda. farketti farketmesine de "bu yabancı da kim" diyebildi sadece. usulca. dudaklarını oynatmadı kadın. oynatırsa farklı bir ses duymaktan korktu. kendi sesinden başka bir ses duymaktan.
o yabancı çok önce yerleşmişti gözlerine... kadın fark ettiğinde bunu korktu kendinden. kırdı aynaları. o günden beri hatırlamıyor geçmişini.