nickaltına yazmaktan bıkmadığım ve bıkmayacağım canım dostum. göçüp gitti ama zaman onu unutturmadı asla. unutturmayacak da biliyorum. unutturmasın da zaten... yazacağı, devamını getireceği çok yazısı vardı şurada. kader, kısmet, hayat işte... ya da neyse o...
özlediğimi hissettim, eskisi gibi dertleşmek istedim ve üç gün önce yanına gittim. yeni konmuş mezar taşına baktım. tertemiz duruyordu. çok olmamış konalı belliydi. "seldam, ciğerimizin köşesi seni hiç unutmayacağız" yazmışlardı üstüne. nasıl kanıma dokundu anlatamam. baktım uzun uzun... toprağına dikilen çiçeklere dokundum belki ondan bir şeyler geçmiştir diye. otlar vardı az çok. söylene söylene kopardım onları. sonra oturdum ayak ucuna, konuştum, ağlamamak için kendimi tuttum ama yapamadım. ağladım gözüm o taşa her takıldığında. içimden bir şeyler gitti adeta. sonra gidişiyle olanlardan bahsettim. özlediğimden, hayatta hala boktan şeyler olduğundan, kendimden, ondan, onun sevdiği insanlardan konuştum. her zaman yaptığı gibi ben derdimi anlatırken gene sadece dinlediğini hissettim. dediklerimi duymasını, hissetmesini temenni ettim sadece. bugün onun doğum günü... yıllar önce bugün dünyaya gelmişti dostum. iyi ki doğmuş... en önemlisi şu kısa hayatında iyi ki tanımışım onu. saatlerce vakit geçirmiş, birlikte aynı şarkıları bağıra çağıra söyleme fırsatı bulmuşum. yaşasaydı eminim şu saatlerde bir arada içiyor, kahkahaları peşi sıra patlatıyor, yeni yaşıyla, bir yaş daha yaşlanmasıyla ilgili geyik üstüne geyik yapıyor olurduk. aslında ne çok isterdim geçen sene olduğu gibi; "nice senelere dostum" demeyi. ne yazık ki şimdilerde sadece "hayat işte..." diyebiliyor insan. ne bir kutlama, ne kahkaha, ne geyikler aranıyor... boğazda düğümlenip söylenemeyen sözler yetiyor da artıyor bile hatta... *