"insan neyle yaşar?" diye sordu bluzunun üstüne düşen uzun şalını savurarak, "yemini, suyunu ver yaşar hocu" diye düşündüm, ama bunu söylersem linç edilirdim bienal ortamında, "umuttur insanı yaşatan hocu" diyecek gibi oldum, sıradan olmakla suçlanırdım böyle desem, ağzımı tekrar kapattım, gözlerimi kısarak uzaklara baktım ve "insan" dedim, herkesin dinlediğinden emin olmak için uzun bir es verdim, "insan yaşamaz, sadece yanılgıdır yaşam", "peh peh peh" ne de güzel ahkam kesmiştim. herkezi derin bir düşünce bulutu kapladı, "yanılgı...evet" dedi, farklılaşma adına ne bulsa üstüne geçirmiş bir dantel abi. entelsever, sanatla ilgili kız kolumu tutup, "gelsene bak şu ileride installasyonlar var" dedi, tıpış tıpış arkasından ilerledim.
***
bu tip kızlarla zamanında daha çok haşır neşir olurdum, artık azaltarak bırakmaya çalışıyordum. roll ve bant dergisi okuyan, babylon'da çıkan enteresan isimli gruplara tapan, kötü olsa bile sırf az bilindiği için enteresan isimli yönetmen takip eden bu kızlar ömrümü yemişti. üzerlerine "sağlığa zararlıdır" yazılmalıydı.
"platoetid drugtro monikeys grubu gelecekmiş bu salı babylon'a" demişti biri, artık dayanamayıp "hocu" demiştim "pink floyd'dan öteye köy yok, bırakalım bu tekrarları", sinirlenmişti, terketmişti beni. tartışıp kavga etmemiştim, "hocu, blokflüt bile çalmışlığın yok gelmiş bana ukalalık yapıyorsun" demek istedim, üşendim, cahilliğiyle 20 sene önce yapılmış denemeleri, sanki yeni bir şeymiş, yaratıcı bir şeymiş gibi yutturan, ve bunu yaratıcılık adı altında yapanlara prim vermeye devam etsin, mutlu huzurlu yaşasın istedim. süpersonik sanatçıların bir suçu yoktu aslında onlar hem kendileri eğleniyor, hem de eğlendiriyordu. sorun kraldan çok kralcı, sanatçıdan çok sanatçı olanlardaydı.
bir diğeri "david lynch baydı" demişti, iskandinav yönetmenleri takip ediyordu, tamam iyi filmleri vardı kadirşinas iskandinavların, ama bu david lynch'i harcamak için bir neden değildi. bir film festivalinde tartışmıştık bu konuyu, ayrılma kararını film sonrası "yönetmeni iliklerimde hissettim" dediğinde almıştım, tamam film iyiydi, yönetmen her ne kadar klişe olsa da iyiydi ama iliklerde yönetmen hissetmek ne demekti. iliğin ne alakası vardı sanatla, haşlama et pişirildiğinde, kemiği emerdik küçükken, ilik çıkardı içinden, böyle yumuşak tadı da süpersonik bir besin maddesiydi ilik. ötesi yalandı.
hele bir de takip ettikleri dergiler vardı ki, bunca yıllık enteldim, bir bok anlamıyordum o dergilerden. bant dergisi vardı misal tam akıllara zarar, hocu bir sanat dergisinde adı geçen hiç bir sanatçıyı mı tanımazsın. "bu ne hocu" demiştim, "samimi değil, zorlama, beğenmedim.". bu lafımla birlikte, o açıkgörüşlü kız, kaybolmuştu, yerine bir diktatör gelmişti, "bu dergi beni anlatıyor" dedi, "bunu sevmiyorsan beni de sevmiyorsun demektir, ayrıl o zaman benden", korktum, bu nasıl bir fanatizmdi, farkında değil miydi acaba, olmak istediği, özendiği insanlardan ne kadar uzaklaştığını bu lafıyla, "fanatizm aylak ruhları çalıştırmak için icat edilmiştir" dedim, entel laf sokuşumu da yapmanın huzuruyla ayrıldım.
***
sanatçının eseri karşısında adeta bir mal gibi dikiliyordum, uzun uzun sustuk ve eseri inceledik, güzel bir eserdi, gerçekten soyut imgelerle vermek istediğini vermiş, insanın kavga ile yaşayacağını anlatmıştı sanatçı, aferindi ona. kraldan çok kralcı, sanatçıdan çok sanatçı olan kız "şakralarım açılıyor buna bakınca" dedi, eğilip "sanat"'ın alt kısmında bir detayı gösterdi bana, kadife bir mini etek vardı üzerinde, eğilince dötü açıldı, "heyt be hocu" dedim, "şakralar değil döt açıldı", etrafı kestim, entel amcalar sanatsevici ablanın dötünüde bienal'de bir esermişcesine inceliyorlardı.
bianeledit: hocu, sanat güzeldir, yaratıcılık süpersoniktir de, ne olur fanatikleşmeyelim artık bu uğurda, sanattan soğudum, sanatçıdan tiksindim ülen nevizade entelleri yüzünden!!
başlıkedit: başlık böyle daha güzel oldu hocu, taşıdığım için kusura bakmayınız, pazartesi sabahı kafa pek yerinde değil daha.