-Merhaba! Azrail ben... Hazırlan hadi, seni götürmeye geldim.
-Azrail mi?.. içeriye nasıl girdiniz? Randevunuz var mıydı?
-Randevu sistemini terk edeli yıllar oldu. En iyi niyetli adaylar bile yıllar sonrasına randevu veriyordu... Işınlanma yöntemiyle girdim buraya. Ama Tanrı görev dışında bu olanaktan yararlanmama izin vermiyor nedense! Suistimal ne demek biliyor musun?
-Bence bu haksızlık!
-Tanrıyla aramı açmak durumunu iyileştirmez dostum, hadi gidelim!
-Nereye?
-Karnın aç mı?
-Evet çok!
-Şaka ediyordum, öbür tarafa elbette!
-Bu isim bende hiçbir çağrışım yapmadı, sürprizlerden de hoşlanmam.
-Hiç kutsal kitap okumadın mı sen? Orda ahiret uzun uzun tarif edilir.
-Şeyy, okudum elbette.. bir an hatırlayamadım işte. Çok dindar biriyim ben.
-Bana anlatma, o konuda başka yetkililer tarafından sınanacaksın.
-Sorular zor mu?
-Şimdiye dek birkaç peygamberden başka kazanan olmadı!
-Şaka ediyorsun!
-Hayır, cennette sonsuza dek sürecek bir rezervasyonun kaça patladığını düşündün mü hiç?
-Ona bakarsan cehennemde de yakıt gideri var. Biz her ay kucak dolusu para verdiğimiz halde hiç ısınmıyoruz. Yöneticiye de uğrasana.
-Tanrı eve ışınlanmama bile izin vermiyor, ne sanıyorsun sen beni?.. Şeyy, içecek soğuk bir şeylerin var mı?
-Bu havada mı? Dışarıda kar yağıyor.
-Az önce cehennemdeydim. Ne kadar sıcak olduğunu tahmin edersin.
-Güneşten sıcak mı?
-Dalga mı geçiyorsun! Orasının yanında güneş kartopu sayılır.
-Ama ben oraya gitmeyeceğim, öyle değil mi?
-Bilmiyorum. Tanrı şu sıralar çok sinirli!
-Sinirli mi, neden peki?
-Geçenlerde kutsal kitabı okuyordu. Adem'in yasak elmayı yediği bölümü okuduğundan beri kimse yanına yaklaşamıyor!
-Bana biraz daha zaman tanıyamaz mısın? Önemli bir toplantım var.
-Ne zaman?
-Acele etmiyoruz. Önce tartışmaya değer bir konu bulalım da...
-Yere diz çöküp şu sandalyenin üzerine başını uzatsana.
-Neden?
-Bu orağı niye taşıyorum sanıyorsun. Tıraş olmak için mi?
-Ama bu çok acımasızca!
-Zevk aldığımı mı sanıyorsun!
-Peki ya dediğini yapmazsam?
-Belimde bir tabanca var.
-Ruhsatlı mı
-.......
-Azrail olduğunu nereden bileyim! Belki de delinin birisin. Kanıt istiyorum.
-Bak dostum, seninle tartışacak vaktim yok. Bugün ölmesi gereken tek insanın sen olduğunu mu sanıyorsun?
-Başka kaç kişi var?
-Elli binden biraz fazla. Sigara bulunduğundan beri işler çok arttı.
-Ama ben daha çok gencim!
-Evet ama sigara içiyorsun. Bunu önceden düşünmeliydin!
-Sigara falan içmiyorum. Nefret ederim sigaradan!
-Masanın üzerindeki paketle çakmak ne peki?
-O mu? Az önce bir arkadaşım buradaydı. Unutmuş demek ki. Gidip onu öldürsene.
-O adamın gerçekten arkadaşın olduğundan emin misin?
-Her pazartesi evime gizlice girip kör bir testereyle boynumu kesmeye çalışması dışında çok iyi anlaşıyoruz. Hatta geçenlerde bundan vazgeçmeyi düşündüğünü bile söyledi.
-Karar ver. Orak mı, tabanca mı?
-Tabancayı seçiyorum. Ama bir şartla, emniyet mandalını açmayacaksın.
-Bu kadar korkma. Belki de cennete gidersin.
-Soruların çok zor olduğunu söyledin.
-Belki de test yaparlar. Öyle bir söylenti var.
-Ölüm nasıl bir şey?
-Nereden bileyim! Hiç ölmedim ki.
-Senin kadar çok ölü tanıyan hiç kimse yoktur!
-Evet ama, ölülerin konuşamayacaklarına dair tuhaf bir saplantı var hepsinde. Donup kalıyorlar.
-Demek o kadar korkunç!
-Neden böyle giyindiğimi sanıyorsun. Şaka olsun diye mi?
-Şu evraklarına bir daha bakamaz mısın? Belki de beni başkasıyla karıştırıyorsundur. Yandaki büroda çok yaşlı bir adam var. Geçenlerde yazı bulunduğunda ne kadar şaşırdıklarını anlatıyordu.