Türk futbolu 1980'lerin sonlarına yaklaştıkça toplumsal hayatın da yön vermesiyle dışa açılmayı keşfetti. Turgut Özal'ın ekonomideki hamleleriyle içe kapanıklıktan kurtulup dış pazarlarla ilişkileri üst düzeye çıkaran Türkiye'nin futbolunun da bundan geri durması beklenemezdi. Artık futbol da aynı Türk Lirası gibi konvertible olması gerekiyordu. Yani dışarıda tanınan, geçerliliği olan, saygı duyulan bir futbol ülkesi olmamız gerekmekteydi.
Yeşil sahalara sahip olmamızın ardından, ülkenin dışa açılmasıyla büyüyen ekonominini ürettiği kaynakların sponsorlarla futbola da aktarılması başarıyı gerekli kılıyordu. Coca Cola, Turkcell, TT Net gibi firmaların ana sponsor olmaları ne kadar büyük kaynak giriş olduğunu doğrulamaktadır.
Derwall ve Sepp Piontek Galatasaray'a ve Türk futboluna konvertibl yani sınırlarının dışında da bir geçerliliği olan futbola sahip olunabileceği inancını kazandırdı. Bunun üstüne Şenes Erzik, Gündüz Tekin Onay gibi kafası çalışan adamların planlamasıyla Türkiye 2 büyük teknik direktör ve bir futbol nesli yetiştirdi.
Derwall'in yetiştirdiği Mustafa Denizli, Piontek'in öğrencisi olan Fatih Terim Galatasaray'ın 1988-1999 sezonunda 13 sene sonra şampiyonluğu kazanmasıyla başlayan ve 2000-2003 yılları arasında en tepeye ulaşan başarının önde gelen isimleri oldular.
Hakan Şükür'ün abi rolünü üstlendiği içlerinde Hasan Şaş, Ümit Davala, Okan Buruk, Emre Belözoğlu, Hakan Ünsal'ın gibi futbolcuların ön planda olduğu bir futbol nesli bilnçli bir şekilde başarılara dönük olarak yetiştirildi. Sonucunda ise bir UEFA Kupası, bir Süper Kupa, EURO 96 Finallerine katılım, 2002 Dünya Kupasında üçüncülük gibi başarılar elde edildi. Başlangıcını 1988, bitişini 2002 olarak belirleyebileceğimiz futbolumuzun altın çağı tam 14 sene sürmüştü.
Avrupa'ya ve dünyaya sesini duyuran Türkiye için artık 2002 dünya kupasında kazanılan başarının ardından yeni bir dönem başlıyordu. Hiç kimsenin düşünemeyeceği başarıların artık çok uzak görülmediği, özgüven sahibi bir futbola sahiptik. Peki, bundan sonrası nasıl olacaktı.
Siyasette ve dış politikada 1990'da soğuk savaşın bitmesiyle yaşanan deprem, futbolda 2002 senesinin yazında yaşandı. Ezber bozulmuştu. Hor görülen futbolumuz artık takdir görüyordu. Milli takımımızda artık Karabükspor'lu Vedat yerine Inter'li Emre vardı. Okuldan değil, sokaktan yetişen ve bu yüzden gazı tam ama profesyonelliği eksik olan ülke futbolunun yeni bir yönetim anlayışına ihtiyacı vardı. Başarı kazanmak değil artık başarıların devamını sağlamak yeni hedefti. Başka bir deyişle, Türk futbolu ekol olmalıydı.
Bu dönemde Haluk Ulusoy ve Fatih Terim gibi misyonunu tamamlamış isimlerin yerine yeni heyecanlı isimler ve yeni nesil futbolcular yetiştirmek gerekliydi. Kısacası yeni bir anlayış gerekmekteydi. Bu dönemde Levent Bıçakçı, Hasan Doğan, Ersun Yanal gibi isimler milli takımlar için tam biçilmiş kaftandı. Ama özellikle Ersun Yanal'ın kıymetini bilmedi Türk futbolu. Onun da yaptığı yanlışların varlığını hesaba katmaktayım ama Fatih Terim'e gösterilen hoşgörünün birazı Ersun Yanal'a gösterilseydi bugün ülke futbolu 2002 sonrası düştüğü darboğazdan daha rahat çıkardı.
Ama biz yeni isimler yerine o altın çağın oyuncularını ve teknik direktörlerini geri çağırdık. Zirveden dibe indirdik. Hem vefa göstermedik onlara hem de güzel hatırlanmalarının önüne geçtik. O altın çağı yaşatan isimlerin düştükleri durumları göz önüne aldığınızda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Fatih Terim'in istifası bir krizdir. Ama her kriz gibi bunu da fırsata çevirmek gerekmektedir.
Başlıkta belirttiğim souyu yineliyorum. Fatih Terim gitti peki çözüm ne?
Çözüm, planlı bir şekilde eski hatalardan destek alarak yeni bir anlayış ve heyecanla futbolcu nesli ve Teknik Direktör yetiştirmektir. Yazımın ilk kısmında anlattığım 10-15 senelik altın çağ ancak böyle yaşanabilir.
Teknik direktör noktasında, geçmişteki Piontek-Terim, Derwall-Denizli, bugünkü Metin Diyadin- Hugo Broos gibi ikililer oluşturmalıyız.
Bülent Korkmaz'ın Gençlerbirliği'nde ilhan Cavcav ve Mesut Bakkal ile başladığı bir kariyer yerine Tugay ve Ümit Özat gibi başlangıçlar gerekmektedir. Lucescu-Sergen Yalçın iyi bir ikli olabilir mesela.
1996-2002 yılları arasında Galatasaray ve Milli Takım'ın iskeletini oluşturan isimler gibi yeni bir nesil üretmek bugün daha kolay. imkanlar özellikle çok daha üst düzeyde. Ama plansızlık, kaynakların doğru yönetilmemesine neden olmaktadır.
Geçmişteki en büyük eksiğimiz profesyonellikti. Bugün bunun önüne geçebilmek için ilk yapılması gereken futbol okullarıyla hatta spor okullarıyla ülkeyi donatmaktır. işsizliğin önde gelen sorunlardan biri olduğu ülkemizde özelde futbol genelde spor bir istihdam kaynağı da olabilir. Sokaktan yetişen futbolcu yerine mektepli futbolcu yetiştirmeliyiz. işte o zaman Sergen Yalçın ve Emre Belözoğlu gibi futbolcularımız yurtdışında milyon dolarlık transferler gerçekleştirebilirler. Liverpool'dan Steven Gerard, kulübünün 2 milyon dolarla kurduğu futbol okulunun ürünüdür.
Ülkenin her yerine futbol okulları kuracak bütçe federasyon da var. Kulüplerin ve sponsorların böyle bir projeye ortak olması da çok kolay sağlanabilir. Başarının devamlılığı ve ekol olmak ancak böyle projelerle sağlanabilir.
Bugün çözüm Fatih Terim'in yerine bir isim bulmak olabilir ama 20 yıllık çözüm bulmak isteniyorsa çözüm profesyonellikten geçmektedir.
Potansiyeli görmek için bir iki sayı vermek istiyorum. Türkiye ilköğrenim ve lise çağında yani 7-18 yaş aralığında 15 milyon öğrencinin olduğu hesaba katılırsa, bunların milyonda birini ülke futbolu kazansa bile 15 kişi eder. Zaten bir milli takım 22-23 kişiden oluşuyor.
Bunların dışında, yabancı oyunculara getirilmesi gereken standart, hakem, kondisyoner gibi meslekler için de okulların açılması gibi daha birçok çözüm hayata geçmelidir.
Ancak dün Fatih Terimin istifasının ardından getirilecek çözümün bir isimden daha fazla şey ifade etmesi gerektiğini düşündüğüm için böyle uzun bir yazı yazdım.