üniversitede iken okudum bu romanı. bir hayli geç bir vakitte okudum, farkındayım. ama böyle olmasının da iyi olduğu kanısındayım. artık düşünceleri oturmuş bir noktadan sonra okuyunca üzerinizde oluşturduğu etki son derece faydalı oluyor çünkü.
romanı okurken bir kaç kez attım elimden kitabı. yok daha fazla okuyamayacağım diye. çünkü öylesi sinirlenmiştim ki nefes alırken zorlandığımı fark ediyordum.
anna karenina'nın o meşhur gülümsemesini okuduğum an anlamıştım gelişmelerin hangi boyuta gittiğini. bir aşkın başlamasının bir gülümseme ve kaçamak bakışlarda gizli olduğunu orada fark edivermiştim.
için için kızmaktaydım anna ve vronski'ye. karşısındakini dişiliği ile etkilemekte son derece mahir olan anna, vronski üzerinde bu kabiliyetini tatbik etmesiyle sürecin baş sorumlusu oldu gözümde. tabi evli bir kadına kur yapmakta hiç bir beis görmeyen vronski ile beraber.
bir genç kızı* hayallerinin yıkıntısı arasında bırakarak anna'nın peşinden giderken vronski, ne denli hiddetlendiğimi anlatmam mümkün değil. yasak aşkın çekiciliği peşinde anna ve vronski kendi sonlarını hazırlıyorlardı. durdurmak istiyordum onları: "bu yolun sonu hayır değil" demek istiyordum onlara.* kollarından çekip durdurmak istedim hayal dünyamda. işte bu nokta kitabı elimden fırlattığım noktalardan biriydi. en azından sonunu kendi zihnimde yazayım, romanı zihnimde arzu ettiğim şekilde sürdürüp sonlandırayım diye. yapamadım haliyle ve kitabı yeniden aldım ellerime.
arada yaşanan bir çok olay sonucu olan olmuştu artık. anna ve vronski sevgili olmuşlar, yasak aşkın kollarında sahte bir mutluluk içinde yaşamaya çalışıyorlardı. ve ben artık onların düşmanı olmuştum romanın bu aşamalarında. sadakat denilen o ulvi duyguyu, her türlü düşünceden sıyrılıp kirletişlerine şahit olmak zoruma gidiyordu çünkü.
çocuğunu dahi geride bırakacak kadar şehvetin kollarına düşen bir kadına insanmış gözüyle bakamadım o andan sonra bir daha. doğru anlarda yaşanması durumunda dünyanın en yüce duygularından bir olan aşk, bu kimselerin elinde olabildiğince aşağılık bir hal alıyordu gözlerimde.
bu kısımdaki düşüncelerimi saatlerce yazabilirim daha ancak romanı okuyan herkes zaten bunları fark edecektir, etmiştir. o nedenle artık neden bu denli kızdığıma farklı örnekler vereyim.
tamam kocanı ve çocuğunu sattın, hem de en aşağılık biçimde. ya da nişanlını sorumsuzca bırakıp gittin arkana bakmaksızın. kabul etmediğim, adına aşk denilmeyecek bir duygu yaşadınız. gerçekten bir aşk olsa, yaşadıkları herşeye ve herkese rağmen, o duygunun saflığı adına mücadele edilir belki. ama cinselliğin de bu olaya bulaştırılması aslında herşeyin sadece şehvetten ibaret olduğunu gösteriyor. işte şehvetlerini aşk kisvesi adı altında yaşamaları hiddetlendirdi beni.
ya da bir başka örnek. sözüm ona bir zamanlar ahlak ve yüce gönüllülük timsali olarak görülen anna, sadece aşkını yaşamak peşinde filan da değil. hala sosyetenin içinde olmaya çalışıyor, hala kendini ahlaklı vs... yüce duyguların temsilcisi olarak göstermeye çalışıyor. terk et sosyete yaşamını, elit kesimle ilişki içinde olmaya ve onlardan biri olma mücadelesinden vazgeç. aşık ol fakir bir adama. ama hayır. sosyete içinden çıkmak yok, gerçekten sadece aşkını yaşama adına fedakarlık yok. o halde ne var.
ben bir erkek uğruna kocamı da çocuğumu da bırakır giderim. ama aynı şehirde, aynı sosyete içinde, aynı konumumda da yaşamak isterim. yoooooo işte bu ikiyüzlülüğün ağa babası. karaktersizliğin en bi vücut bulmuş hali.
anlayacağınız; ortadaki cümle rezilliğe rağmen hala bu kadının kendini iyi ve önemli görmesi canımı inanılmaz derecede sıkıyordu.****defooooooool diye bağırdım içimden ona defalarca. bu arada yaşadıkları çevrenin en az anna kadar suçlu olan vronski'ye, anna kadar tepki göstermeyişi de ayrıca yaradır zihnimde.
daha bir sürü detay sonucunda anna ve vronski'nin aşkları flulaşır ve bu süreç sonunda anna kendini trenin altına atarak intihar eder. gözlerim vronski'yi de arar o garda, bir trenin tekerlekleri altında. onunda atalarımızla yaptığı savaşta acılar içinde öldürüldüğünü düşünmek ferahlatıyor yüreğimi.
velhasılı kelam: kitabın sonunun son derece acıklı olduğunu söyleyen bir dostuma kitabı bitirir bitirmez söylediğim ilk şey şu olmuştu. "hala yaşıyor olsalar aynı şekilde ölmeleri için duacı olurdum."
bu arada aslen anna karenina romanı sadece bu yasak aşkı anlatmaz. hemen hemen onun kadar levin'in hikayesini de anlatır. sanki anna ve vronski'ye daha fazla kızılması için son derece onurlu bir kişinin hikayesini de anlatır. levin kitty ilişkisi görmek istediklerinizi gösterir size anna vronski ilişkisine inat.
bu tür yorumlarla olmaz, kitabın tamamını okuyun derim. o atmosferi bütün detaylarıyla tolstoy'un dilinden dinleyin.**
en son olarak, sonuçta bu bir kurgu. kendimi bu sanal kurgu içinde kaybetmedim yani. yaşadığımız toplumda gram değer görmeyi haketmeyen insanlarla özdeşleştirdim anna'yı. tepkim de onlaraydı. bbg lerdekilerle, popstar lardakilerle yahut sesi olmadığı halde iri memelerinden dolayı ses sanatkarı ünvanı verilenlerle özdeşleştirdiğim için tepkiliydim anna'ya. bu yüzden üniversite yıllarında okumuş olmayı şans addettim.
bir sözde sana lev nikolayeviç tolstoy: ben benden daha zeki insanları çok ta sevmem.* bu iyi bir şey değil bunu da gayet iyi bilirim.*ama tebrik ediyorum seni. bir kurgu ancak bu kadar muhteşem kurulur.