Efendi, cuma gecesi eskişehir' den denizli' ye yeni tanıştığım bir hatunla buluşmak için yola çıktım.
s.ktiğimin antalya yolu sabaha kadar ağzıma sıçtı. neyse güneş doğmadan vardık, adam gibi oto garı bile
olmayan dağ yamacına kurulu sikko şehre. ( denili' li hiç alınma kızma, sinirliyim idare et bu seferlik )
işi gücü olmayan bir sürü insan ve birkaç yolcu banklarda uzanmış yatıyordu. hanım kız: '' saat kaçta gelirsen
gel muhakkak haberdar et '' dediğdi, fakat sabahın beş buçuğunda nasıl arayabilirdim ki? Biraz vakit geçir
mem gerekir diye düşündüm ve volta atmaya başladım. açık olan bir büfeden daha evvel hiç duymadığım bir
ibrahim tatlıses şarkısı çalıyordu. sonra baktım olmayacak boş bir bank buldum ve kıçımı dikip sağ yanım
üzerine uzandım. yakınımda bir köpek osura osura uyumaktaydı. biraz vakit geçince yorgunluktan gözlerim kapan-
mış, yarım saat kadar dünyadan bir haber ciddi ciddi uyumuşum. kıçıma kadar türlü türlü krampların girdiğini
hissedince doğruldum. saat yediye geliyordu ve acı gerçek açığa çıktı. çır çır olmuştum. deli gibi tuvalet
aradım ve malum işi hallettim. sıcak bir çorba içeyim dedim ama çır çır mevzusu uzar da rezil oluruz diye
vazgeçtim. ne yapsam vakit geçmiyordu...
gün ağarmaya başlayınca biraz hareketlendi otogar. rakip iki firma çalışanının gelen yolcuları kapmak için
türlü türlü laf oyunlarına şahit olmaktaydım. eğlenceliydi, hiç tartışmıyorlardı. hangisi baskın çıkarsa müş-
teriyi kapıyordu. sonra saati sekiz yaptık, baktım olmayacak mesaj attım hatuna. sağolsun hiç bekletmedi. 45
dakika sonra yanımdaydı. yürümeye başladık klasik sorular eşliğinde. ee nasıl geçti yolculuk? çok beklettim mi
falan fistan, börtü böcek derken çokta ortak yanımızın olmadığını ve olmayacağını bildiğim söz konusu hanım kız
kahvaltı yapmamız için bir börekçiye soktu beni. hacım bir porsiyon böreğin henüz çeyreğini bitirmeden birkaç
tane sinek yuttum, hissettirmedim ama gözlerim sulandı aq. o nasıl mekandı öyle. detayları anlatmıyorum sen anla...
tekrar yürümeye başladık, kızla istanbul' dan tanışıklığımız var, bu ikinci buluşmamızdı. denizli' de üniversite
kazanmıştı ve ilk senesiydi. malum okulda yeni başladı sayılır, haliyle kendisi de pek fazla yer mekan bilmiyordu.
yürürken adam gibi bi cafe kesiyorum sağda solda ama bi sik yok. birşeyler konuşuyordu fakat, benim ne
işim var burda pişmanlığını çoktan yaşamaya başladığım için pekte dinlemiyordum. sonra, ya bu nasıl memleket dedim, oturup çay kahve içilecek bir mekan yok mu allasen? hacım alakasız bir şekilde sıkıldın mı? sorusuyla
soruma karşılık verince, hafiften kan sıçradı beynime. hiçbir şey demeden dönüp arkamı gidesim geldi lakin ya
sabır çekip hafif bir tebessümle, yok sadece yoruldum biraz oturalım demekle yetindim...
kampüsün etrafında cafeler var görmüştüm, dedi ve bir minübüse atlayıp bahsettiği mekana gittik. gelmişken sana
kampüsü de gezdireyim dediğinde uykusuzluktan ve ishalin tuz kaybına yol açmasından dolayı gözlerim kararmaya başlamıştı. bu isteğini de kırmadım ve peki diyerek geniş bir araziye yayılmış olan pamukkale üniversitesini gezmeye başladık, bu esnada bir de ne göreyim. banklar ve ortasında bir gölet olan içinde de ördeklerin tepiştiği bir parkımsı.
hadi biraz otoralım şurda dememle yine aynı soruyu yöneltti. sıkıldın mı? ulan çok mu belli ediyordum acaba
bin pişman olduğumu da bu soruyu sorup duruyordu acaba diye düşünmeye başladım. neyse biraz oturduk ve kahve içmek
için bahsettiği cafelerden birine girdik, hacım burda da bi ton sinek, hanım kızın suçu yok ki. ne menem bi yerdi
burası, benim ne işim vardı hay aq' dı, serzenişleriyle kafamda antiloplar sikişirken hatun sürekli sessizlik olma-
sın maksadıyla konu üstüne konu açıyordu. öyle ki bir ara süleyman demirel ve adnan şenses' den bahsettiğini anımsı-
yorum. neden hatırlamıyorum da anımsıyorum diyecek olursan hacı abi, e aq. gözlerimi açamıyordum yorgunluktan
bir de çır çırdan vurgun yemişim, kendimde değilim ki. konuşmalara iştirak etmeyip yönelttiği sorulara tek kelimelik ce
vaplar vermekle vakit geçirmekteyiz...
neyse fazla uzatmayayım, öğle yemeğini yedikten sonra, iki saat kadar yine yürüdük ve ebem iyiden iyiye sikilmeye bala-
dıktan sonra akşam üzeri kaçıverdim bahse konu olan denizli' den. büyük konuşmak istemiyorum, henüz askerliğimi yapmadım, orda yaparım falan fıstık, fakat bir daha il sınırlarına dahi girmek istemem denizli' nin. her anım ne işim var benim burda demekle geçti aq. yorgunluk, çırçır ve boş muhabbetten mütevellit kızın elini bile tutmadım. anlayacağın elime bi sik geçmedi hacım. ne yaparsın işte bu da böyle bir anımdır aq...