en beğenilen filmlerde kendisine haklı olarak her zaman yer bulan american beauty filminin yönetmeni sam mendes'in, 50lerin amerikan rüyasına bir çiftin penceresinden bakarak anlattığı yeni filmi.
--spoiler--
filmde tartışmalar, günlük konuşmalar çok güzel senaryolaştırılmış ve oynanmış. yönetmenin farklı çekim teknikleri, kurgusu felan pek yok. hemen hemen tüm film wheeler çiftinin etrafında dönüyor. o kadar ki, klasik 50lerin amerikan ailesi sahnelerinde bile çocuklar bi-iki kere ya gözüküyor ya gözükmüyor.
filmde mesajlar sözlü değil daha çok sahne sahne verilmiş. dikkat çekici sahneler: çiftin evi ilk gördüklerinde kadının (bkz: kate winslet) sadece dış görünüşüne bakarak eve hemen bayılması, aynı şekilde kocasını da bu şekilde seçmişti; amerikan hayatındaki yozlaşmaların, özellikle çiftlerin birbirini aldatmalarının başlangıçları; kadının gerçek hayatta en çok istediği iş olan artist olmayı başaramayışı ama aile hayatında sık sık rol yapma yeteneğini konuşturmak zorunda kalması (özellikle son kahvaltı sahnesinde); kadının işler kötüye giderken konuşmaya değil, sessizliğe ihtiyacı oluşu ama erkeklerin tam tersini yapması; sıradan olmak istemeyen kadının çırpınışı ama bir türlü sıradanlıktan kurtulamaması, kendisini gayet sıradan bir hale çeviren annelikten içten içe nefret etmesi; kadının paris'e gitmek isteyişini kocası ve çocukları için değil kendisi için istemesi ama bunu sanki kocasının hayali imiş gibi satması, adamın (bkz: leonardo dicaprio) ise eşinin hamileliğini rahatlıkla gitmemek için kullanabilecekken bunu (birazda boş boğazlığı nedeni ile) yapmaması; paris'e gitme fikrinin çiftin etrafındaki herkeste tam bir şok etkisi yaratması ve amerikan rüyasına örnek gösterilen çiftin hazin sonu...
öte taraftan adamlar zaman filmini çok iyi çekiyorlar, harika bir 50ler filmi olmuş görsellik olarak. hele ofiste, trende, restoranda kısacası heryerde, herkesin sigara içmesi ve kadının hamile olduğu halde toplum içinde gayet normal karşılanarak içki ve sigara içmesi çok vurucu. amerikan rüyasının ilerliyen yıllarda en iyi tarafı sigara ile savaş olmuş dedirtiyor bu sahneler.
son olarak film sizi içine alıyor, derdini anlatabiliyor, daha çok american beautynin de izleyici kitlesi olan 30lu yaşlara hitap ediyor ama asla bir american beauty olamıyor. yine de amerikan rüyasına sağlı-sollu güzel vuruyor, bazı gerçekleri seyircinin kafasına çaka çaka gösteriyor. ayrıca biz üçüncü dünyadaki orta sınıf için 2000lerde bile rüya olan o muhteşem bahçeli, devasa-müstakil evlerin dahi bir illüzyon, aldatmaca olduğunu; kaldı ki 20-30 katlı, havuzlu, sözde sosyal tesisli kıç kadar evlerin ve vadettiği hayat tarzının huzur ve mutluluğu getirebilecek olmasının çok da olası olmadığını da gayet çıplak bir şekilde gösteriyor.
--spoiler--