dostlukların her zamankinden çok akla geldiği, daha duygusal anların yaşandığı ve ne olursa olsun dostun hatırlandığı gecelerdir. böyle gecelerde dışarda gezmek insana müthiş bir haz verir. ayrıca çoğu hikayelerin de başı böyle başlar.
yağmur suları başımdan aşağı akarken, kaybettiğim gençliğim gözümün önünden bir film şeridi misali geçiyordu. ne güzeldi o günler! saf, temiz duygularımız vardı. el değmemiş, tertemiz... sonra ayağıma takılan taş dikkatimi dağıttı. hayallerden gerçeğe dönüş yaptım.
her gece oturduğum banka gidiyordum. gecelerim orda geçerdi. kader arkadaşlarım da beni bekliyor olmalıydı. hiçbir zaman bensiz kalmazlardı. 2-3 saat geciksem kapımda beni beklerlerdi.
artık varmak üzereydim. her gece oturduğum bank, evime 2 km uzaklıktaydı. oraya geldiğimde o bankı görebildim. engin denize, derin bakışlar atmaktaydı. fakat durun, bir saniye! o da kim? kim oturmuş benim evimin en güzel eşyasına?
yağan yağmurun sesi, sert adımlarımın öfkesiyle birleşiyordu. bense o yabancıya doğru yaklaştım. en sonunda yanına vardım. hiç sesimi çıkarmadan ona baktım. bu yabancı, bir bayandı. sarı saçları beline kadar uzanan, mavi gözleri etrafı aydınlatan, beni gördüğünde korkudan olsa gerek nefes alıp verişi hızlanan, dünya güzeli biriydi.
evet, korktuğum başıma gelmişti. arkadaşlarım bir yabancıyla dertleşiyordu artık. o beyaz tüyleri bile artık beni istemiyordu yanında. boncuk um diye sevdiğim o kedi, limon um dediğim o güvercin benden nefret edermişçesine bana bakıyordu ve o kadınla arkadaştılar.bu sahneye daha fazla dayanamadım, uzaklara doğru durmaksızın koşmaya başladım gözlerimdeki yaşlarla...
dostluk, yağmurlu sonbahar gecelerinde bir başkadır...